İslam'da Din Adamı Sınıfı Asla Yoktu

İslam'da Din Adamı Sınıfı Asla Yoktu

Yüzyıllardır süregelen bir yanılgı mı? İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'ın, sanılanın aksine ruhban sınıfını kesin bir dille reddettiği iddia ediliyor. Bu şaşırtıcı gerçeğin detayları ve din adamlığı anlayışına radikal bir bakış açısı ile karşınızdayız.

Tarihin Tozlu Sayfalarında Saklı Kalan, Ancak Günümüzü de Derinden Sarsacak Bir Gerçek Ortaya Çıkıyor! İlahiyatçı ve araştırmacı yazar İhsan Eliaçık, Kürsü TV ekranlarında yaptığı çarpıcı açıklamalarla, İslam'da din adamı sınıfının varlığına dair köklü kabullere meydan okudu. Bu haber makalemizin ilerleyen kısımlarında, Eliaçık'ın Kur'an'dan getirdiği net delillerle din adamlığı anlayışına bambaşka bir pencere açtığını göreceksiniz. Özellikle www.avazturk.com takipçileri için hazırladığımız bu detaylı analizde, yüzyıllardır süregelen bir yanılgının perdesini aralayarak, İslam'ın özündeki sade ve eşitlikçi yapıyı gözler önüne sereceğiz.

Konuşmasına başlarken, sunucunun "İslam'da ruhban sınıfı var mıdır, peygamber din adamı mıydı, Kur'an'da bu konu yer alıyor mu?" sorularına İhsan Eliaçık, Kur'an'da bu konunun yer aldığını ve çeşitli isimlerde, hem Kur'an'ın indiği dönemde bilinen hem de önceki Mısır dönemine ait din adamlarının isimlerinin geçtiğini belirterek yanıt verdi. Eliaçık, bu din adamlarının başında Mısır'dan Firavun ile birlikte anılan Haman kelimesinin geldiğini ifade etti. Haman'ın, Amon tapınağının rahibi anlamına geldiğini ve Firavun imparatorluğunun siyasi gücün sembolü Firavun, dini gücün sembolü Haman ve iktisadi gücün sembolü Karun olmak üzere üçlü bir saç ayağı üzerine kurulu olduğunu vurguladı. Eliaçık'a göre, bu üçlü tarih boyunca ve günümüzde de varlığını sürdürmüş, şirk düzenlerinin temelini oluşturmuştur. Kur'an'ın bu karakterlerden bahsederken onları övmediğini, aksine şiddetli bir şekilde eleştirdiğini aktaran Eliaçık, Haman'ın Firavun'un yardakçısı olarak görüldüğünü dile getirdi.

Eliaçık, Kur'an-ı Kerim'de sadece Haman değil, Hristiyan din adamları için kullanılan ruhban ve Yahudi din adamları için kullanılan ahbar kelimelerinin de geçtiğini belirtti. Ahbar'ın "Tanrı'nın sözlerini yazan ve halka duyuran", ruhbanın ise "Cehennemle korkutan veya korkusundan manastıra kapanan" anlamlarına geldiğini açıkladı. Pers İmparatorluğu'ndaki din adamlarına verilen "Mog" unvanının ise günümüzdeki molla kelimesinin kökeni olduğunu söyleyerek dikkat çekti. Eliaçık'ın ifadelerine göre, bu din adamlarının tamamı krala hizmet eden, sarayın din adamlarıydı ve görevleri sarayı dini açıdan meşrulaştırmak, halkın krala itaatini Allah veya Tanrı adını kullanarak sağlamaktı. Ancak Eliaçık, Kur'an'ın bu sınıfı şiddetle eleştirdiğini, ruhban ve ahbarın kendilerini Rab yerine koyduklarını, halkın parasını haksızca yediklerini, yolsuzluk ve hırsızlık yaptıklarını, kenz (para biriktirme) ile insanlar üzerinde hegemonya kurmaya çalıştıklarını özellikle vurguladı. Tevbe Suresi 31, 34 ve 35. ayetlerin tamamen bunlarla ilgili olduğunu ve onların eleştirilmesine ayrıldığını aktardı. Hadid Suresi 27. ayette ise ruhbanlığın Allah tarafından emredilmediği, onların bunu kendileri uydurdukları açıkça belirtilmektedir. İşte bu ayet, İslam'da ruhbanlığın ve din adamları sınıfının kesin bir dille reddedildiğinin apaçık göstergesidir ve bu gerçek www.avazturk.com aracılığıyla okuyucularımıza ulaşıyor.

İhsan Eliaçık, "İslam'da ruhbanlık yoktur" cümlesinin eksik olduğunu, doğrusunun "İslam'da ruhban sınıfı yoktur" olduğunu belirtti. Zira Rabbaniyûn gibi, kendilerini Rabbe hizmete adamış, ancak sınıfsal bir ayrıcalık veya üstünlük kazanmamış fedakar insanlar olabileceğini ifade etti. Ona göre reddedilen, bu işi yapanların bir sınıf oluşturması ve diğerleri üzerinde hegemonya kurmasıdır. Eliaçık, din adamları sınıfının Kur'an'da neden reddedildiğini üç sosyolojik ilke üzerinden açıkladı. İlk olarak, Karl Marx'ın sınıf tanımındaki iktisadi ayrıcalık ilkesine değindi. Tevbe Suresi 34 ve 35. ayetlerde, rahiplerin ve hahamların halkın parasını haksızca yediklerinin, altın ve gümüşü biriktirip infak etmediklerinin anlatıldığını, bu biriktirilenlerin ahirette azap olarak alınlarına ve sırtlarına vurulacağının bildirildiğini aktardı. Bu ayetlerin, din adamları sınıfının iktisadi ilkeyle şiddetle eleştirildiğini gösterdiğini vurguladı.

İkinci olarak, Max Weber'in sınıf tanımındaki statü ve prestij ilkesini ele aldı. Eliaçık, Tevbe Suresi 31. ayetin, Hristiyan ve Yahudilerin din adamlarını "Rab" edindiklerini, yani onların helal dediklerine helal, haram dediklerine haram dediklerini açıkladığını belirtti. Bu durumun, din adamları sınıfının toplumda Rab statüsü ve prestiji kullandığını gösterdiğini söyledi. Üçüncü olarak ise, Baraduay'ın sınıf tanımındaki kültürel yaşam ve ayrı özelliklere sahip olma ilkesine değindi. Eliaçık, Hadid Suresi 27. ayette ruhbanlığın (çilecilik, evlenmeme, dünyevi lezzetlerden uzak durma, manastır hayatı) icat edildiği, ancak gereğine de uyulmadığının anlatıldığını ifade etti. Bu tür bir yaşam tarzının, normal insanların yaşamayacağı, din adamlarını diğerlerinden ayıran bir kültürel özellik ve dolayısıyla bir sınıf özelliği olduğunu belirtti. Bu üç temel özelliğin (ekonomik, statü, kültürel yaşam) din adamları sınıfını halktan ayırdığını ve Kur'an'ın bu sınıfı reddettiğini açıkladı. Eliaçık, bu sınıfın kendilerinden sonraki nesillere aktarılarak devamlılığının sağlanmasının da Kur'an tarafından mahkum edildiğini sözlerine ekledi.

Eliaçık, günümüzde bazı ilahiyatçıların "İslam'da ruhban sınıfı vardır" argümanına karşı çıkarak, bu iddianın genellikle İslam tarihinde var olan din adamları (Hallac-ı Mansur, Şeyh Bedrettin, Nesimi gibi) veya günümüzdeki molla sınıfı, Diyanet, Seyyidler, tarikatlar gibi oluşumlarla temellendirildiğini ifade etti. Ancak o, bu yapılanmaların İslam tarihinin ürettiği, Müslümanların yediği harflar olduğunu, yani İslam dininin kendisiyle bağdaşmadığını kesin bir dille belirtti. Eliaçık'a göre, İslam dini Kur'an-ı Kerim'de yazılanlardır; hadisler, siyerler veya fıkıh kitapları ise İslam tarihi boyunca Müslümanların yapıp ettikleridir. İslam dini ile İslam tarihini ayırmayan bir zihnin "paçavraya dönmüş" olduğunu söyleyecek kadar keskin bir dil kullandı.

Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) de bir din adamı olmadığını, din adamı kıyafetiyle asla dolaşmadığını, din adamı statüsü kullanmadığını, para biriktirmediğini ve sıradan bir insan gibi yaşadığını vurguladı. Medine'de topraktan bir evde vefat ettiğini, geriye hiçbir miras bırakmadığını ve kalabalık içinde kim olduğunu tanımanın zor olduğunu anlattı. Eliaçık'a göre, peygamberin en büyük düşmanları tarihsel olarak tefeci bezirganlar (Mekke'nin zenginleri), din adamları (Yahudi ve Hristiyan eski din adamları) ve falcı büyücüler olmuştur. Günümüzde ise ne yazık ki İslamiyet'in bu üç sınıfın eline geçtiğini ve onların İslam'ı temsil ediyormuş gibi göründüklerini dile getirdi.

Eliaçık, Müslümanların tarihte işlediği hataların (haramların işlenmesi, kadın dövme iddiaları gibi) Kur'an'a veya Allah'a isnat edilmesinin korkunç bir gaflet, delalet, hatta hıyanet olduğunu söyledi. Kur'an'ın evrensel mesajlarının (öldürmeyin, çalmayın, adaletli olun, özgür olun, kimse kimseye kulluk etmesin, sömürmeyin, hakkını yemeyin gibi) insanlığın temel değerleriyle hiçbir sorunu olmadığını, hukuk sistemlerinin ve anayasaların da temelini oluşturduğunu ifade etti.

Sunucunun günümüzdeki Diyanet ve tarikatların mal biriktirme, ruhbanlık benzeri uygulamalar sergilediği gözlemini aktarması üzerine İhsan Eliaçık, bu örneklerin "Müslümanların kendilerine Müslümanım diyenlerin yediği harplar" olduğunu ve İslam diniyle bağdaşmadığını, Kur'an'a açıkça ters düştüğünü bir kez daha vurguladı. Diyanet'in son meal yasağı ile resmen kilise yerine geçtiğini, bazı mealleri sapkın ilan edip yakılmasına dair fetvalar hazırladığını dile getirdi. Eliaçık, tüm bunların İslam'a rağmen, Kur'an çiğnenerek yapılan şeyler olduğunu belirtti. Sonuç olarak, İslam dininde asla ruhban sınıfının varlığına yer verilmediği, ancak İslam tarihinde Müslümanların kendi elleriyle böyle bir sınıfı yarattığı gerçeği gün yüzüne çıkıyor. Bu, modern çağın www.avazturk.com okurları için, dinin özüne dönüş çağrısı niteliğinde bir uyarıdır.