İtibardan Tasarruf Olmaz Deyip Başlayan O Büyük Dönüşüm

İtibardan Tasarruf Olmaz Deyip Başlayan O Büyük Dönüşüm

Bir zamanlar tevazu ve samimiyetle iktidara gelen, "milletin adamı" olarak anılan bir siyasi hareketin, nasıl olup da "itibardan tasarruf olmaz" ilkesini bambaşka yorumlayarak lüks, şatafat ve tartışmalı ekonomik deneylerin merkezine oturduğunu merak...

Bir zamanlar, yoksulluğun, yolsuzluğun ve yasakların zirve yaptığı bir dönemde, millet nezdinde umut ışığı olarak parlayan bir siyasi hareket doğdu: AK Parti. "Biz sizi sadece ve sadece bizi yaradan Allah sizleri de yarattığı için seviyoruz," diyen bir liderin ve etrafındaki samimi kadronun, milletin derdiyle dertlenen, harama el sürmeyecek, yasaklarla mücadele edecek bir anlayışla yola çıktığına inanılıyordu. Toplumun gözünde, onların bir davası, bir dünya görüşü vardı ve bu davanın ardında Anadolu dindarlığının temsil ettiği işçi, köylü, emekli ve dar gelirli kesimler duruyordu. Rejimin kendisini dışladığını düşünen bu kesimlerin enerjisiyle iktidara gelen AK Parti, dışarıda kalanların partisi olarak mütevazı olmak zorundaydı. Hatırlıyorum da, devlet dairelerinde kullanılan kalemin bile çocuklara verilmediği, makam araçlarının kişisel işler için kullanılmadığı, müsvedde kağıtların arkasının dahi değerlendirildiği bir tasarruf bilinci hakimdi o günlerde. Yolsuzluk haberlerine bugünden bakınca gülünecek kadar küçük olaylar konuşuluyordu. Ancak çok geçmeden, bu mütevazı başlangıçtan fersah fersah uzaklaşan, tarihin en pahalı deneylerine imza atarak ülkeyi uçurumun kıyısına getiren bir dönüşüm yaşanacaktı. Bu dönüşümün ardındaki sır perdesini aralarken, "itibardan tasarruf olmaz" sözünün nasıl bir kılıfa büründüğünü ve Türkiye'nin geleceğini nasıl ipotek altına aldığını tüm detaylarıyla ortaya koyacağız.

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında "büyük devlet olma idealini taşıyanların bütün adımlarını büyük düşünerek attıkları" belirtilirken, "itibardan tasarruf olmaz" söylemi de bu düşüncenin temel direklerinden biri olarak zikrediliyordu. Ancak, video konuşmacılarının aktardığına göre, bu söylem, AK Parti iktidarında bambaşka bir boyut kazandı. Adeta bir felsefe değişiminin temeli oldu. "Temsilde asla israf olmaz, temsil çok önemli" denilerek inşa edilen külliyeler ve şaşalı harcamalar, lüks ve şatafat, "ben artık o kadar da zannettiğiniz kadar milletin adamı değilim, AK Parti o kadar da zannettiğiniz kadar milletin Partisi olan AK Parti değil" mesajını verir hale geldi. Bu, devletin gücüyle bütünleşmenin getirdiği ciddi bir samimiyetsizlik alanıydı. Haram-helal kavramlarının rafa kalktığı, ahlakın göz ardı edildiği bir anlayışın yeşerdiği, ne pahasına olursa olsun kazanma ve gücü elden bırakmama dürtüsüyle hareket eden bir model ortaya çıktı.

Peki, bu büyük değişim nasıl başladı? AK Parti iktidara geldiğinde, 2001 krizinin enkazı ve ağır IMF borçları vardı. Video analistlerinin vurguladığı üzere, AK Parti'yi "AK Parti yapan", 2000'li yılların başında başlayan IMF yolculuğudur. Hükümet, IMF programlarına ve mevcut stand-by anlaşmasına birebir uymak için yoğun çaba sarf etti. Bir ekonomi doktrinine ya da rehbere ihtiyaçları yoktu; çünkü rehberleri IMF idi. 2003 ile 2013 yılları arasında esen olumlu rüzgarlar, Avrupa Birliği ile güçlenen ilişkiler, Amerika'daki parasal genişleme ve sıcak para akışı Türkiye'nin önünü açtı. Türkiye, IMF'nin getirdiği disiplinle 1950'den beri çözülemeyen enflasyon sorununu çözmeyi başardı. Bu başarı, "biz her şeyi doğru yaparız" gibi yüksek bir özgüven getirdi.

Ancak bu özgüven, beraberinde büyük bir kopuş arayışını da getirdi. Özellikle 2008 küresel finans kriziyle birlikte, dönemin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kafasındaki "İslami finans" veya "Çin/Japonya gibi devlet destekli kalkınma" fikirleri daha da ateşlendi. Video konuşmacılarının aktardığına göre, Batı medeniyeti artık "düşman" ve "bitik" olarak görülüyordu; kendileri ise alternatif bir medeniyet yaratma yolunda olduklarını düşünüyorlardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2002 sonrası dönemdeki tüm hayali, ülke biraz istikrara kavuşur kavuşmaz IMF'den kopmaktı ve tam da bu oldu. IMF'yi, kendisini denetleyen ve bağımsız siyaset yapmasını engelleyen bir vesayet odağı gibi görüyordu. Artık tasarruf etmek yerine, devlet olarak harcayarak ekonomiyi büyütme kararı alındı. Bu, "itibardan tasarruf olmaz" mottosunun finansal olarak devlete harcama yetkisi veren bir kılıfa bürünmesiydi.

Bu yeni dönemde, "Yap-İşlet-Devret" (YİD) modeli öne çıktı. Dönemin yöneticileri, bu modelle kasadan para çıkmadan dev projeler yapıldığını iddia ediyordu. Ancak video analistleri, bu paraların her zaman doğru kullanılmadığını, çok ciddi altyapı yatırımları yapılmasına rağmen, bu projelerin ilerleyen dönemlerde ciddi bir finansman yükü olarak geri döndüğünü belirtiyor. Türkiye, dünya Sanayi 4.0'a geçerken 3.0'da kaldı; teknoloji, tarım ve hayvancılıkta geri gitti. O finansman bolluğu hükümet tarafından doğru kullanılamadı. Rüzgar tersine döndüğünde ise işler bambaşka bir hal aldı.

Ve sonra, tarihin en pahalı deneylerinden birine imza atıldı: "Faizin sebep, enflasyonun netice olduğu" görüşü. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu konuda kendisini anlamayanların er ya da geç anlayacağını belirtiyordu. Video konuşmacılarının dile getirdiği üzere, bu, dünyada denenmiş ve ispatlanmış bir sürü ekonomik teorinin aksine, "hiç kimsenin aklına bile gelmeyecek bir teoriyi hayata geçireceğim" demekti ve gerçekten de tarihin en pahalı deneylerinden biri oldu. Dönemin Maliye Bakanı Ali Babacan gibi isimlerin enflasyonun nasıl düşmesi gerektiği konusundaki sunumları bile "Yiğit böyle demiyor" diyerek karşılık buluyordu.

Bu "garabet teori" sonucu, başta kur, faiz ve ülkenin kredi risk primi (CDS) olmak üzere, tüm ekonomik göstergeler patladı; halk ciddi bir yoksullaşma ve hızla artan bir enflasyonla karşı karşıya kaldı. Dolar alımı zorlaştırıldı, ardından kur farkları garanti edilerek TL'ye dönüş teşvik edildi. Sanayicilere düşük faizli kredi verilmesi beklenirken, bu krediler konut ve beyaz eşya gibi tüketim alanlarında kullanıldı. İnsanlar çok ucuz mülk ve eşya sahibi oldular, giyindiler, kuşandılar, borçlandılar; ancak bu sadece geçici bir mutluluktu. Video analistleri, bu deneyin başarısız olmaya mahkum olduğunu ve Türkiye'yi tekrar 2000'li yılların başındaki krize geri götürdüğünü belirtiyor. Artık bunun bir "deney"den çıkıp bilinçli bir tercih haline geldiğine inanılıyor. Zira, video konuşmacılarının aktardığına göre, eğer para harcamak sizi koltukta tutuyorsa ve tasarruf etmek sizi koltuktan edecekse, tasarruf etmezsiniz. Dolayısıyla, temel dert büyüme ve istihdamı yükseltmek olduğu zaman ve bunun çalıştığı görüldüğü zaman, artık buna bağımlı hale gelinir.

Bu süreçte, "Doha şımarıklığı" gibi ifadelerle anılan bir lüks ve şatafat ortamı belirdi. Ülkede üreten insanların, ücretli çalışanların, emekçilerin ürettiği tüm refahın, bir servet transferi operasyonuyla başkalarına aktarıldığı ve sistemin bir oligarşi yarattığı belirtiliyor. Video analistleri, bu oligarşinin lüksten imtina edeceğini, bundan taviz vereceğini düşünmüyor; zira "alışmış kudurmuştan beterdir" deniliyor. Halk artık Erdoğan'ın çevresini tanımıyor, insanlar Erdoğan'ı iyi, AK Parti'yi kötü olarak görüyor ancak Erdoğan'ın çevresinin artık AK Parti olup olmadığı da ayrı bir soru işareti.

Peki, bu noktaya nasıl gelindi ve gelecekte bizi ne bekliyor? Video analistlerinin değerlendirmesine göre, siyaset bilimciler yapıyı bir kenara bırakıp tek bir aktöre odaklanmalı; çünkü Türkiye'de yapıyı bozan ve yapıyı yeniden kuran çok güçlü bir aktör var siyasette: O da Erdoğan. İbn Haldun'un teorisinden yola çıkılarak, bir grubun bir dava ile iktidara yürüdüğü, başlangıçta hiçbir şeyleri olmadığı, sadece grup kimlikleri ve kenetlenmişlikleri olduğu; ancak iktidara geldikten sonra yozlaşmanın kaçınılmaz olduğu vurgulanıyor. Bu bağlamda, Anadolu dindarlığının kendisine verdiği gücün, siyasal muhafazakarlık tarafından para, güç ve kendi iktidarları uğruna çok kolay harcandığı ifade ediliyor.

Bugün gelinen noktada, dönemin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başlattığı "deney" başarısızlıkla sonuçlandı. Mehmet Şimşek'in geri gelmesi ve faizlerin %30'lara çıkması, esasında Berat Albayrak ve Nurettin Nebati döneminde yaşanan ekonomik politikaların bedelini ödemek içindi. Bu, "IMF'nin kendisi yok ama ruhu her şeyiyle Sayın Şimşek'in üzerinden Türkiye'nin bütün 85 milyonun üzerine doğru dağıldı" şeklinde yorumlanıyor. Bir anlamda, rasyonel politikalara geri dönülüyor ancak bu, gecikmiş bir dönüşüm olarak görülüyor. Artık AK Partili ailelerin çocukları dahi babalarını, hatta Sayın Cumhurbaşkanını sorguluyor. Erdoğan'ın "çıraklık, kalfalık, ustalık" dediği senaryonun, kendi mirasını yediği bir sürece dönüştüğü düşünülüyor. Video analistlerinin derinlemesine yaptığı bu analizler, iktidarın artık kendisini sorgulaması gereken bir eşikte olduğunu, ancak şu an için herhangi bir "çeki düzen verme alameti" görülmediğini ortaya koyuyor. Milletin bu politikayı ve bu siyaseti kendi eliyle tasfiye edeceğine dair inanç dile getiriliyor. Bu dönüşümün bize öğrettiği en acı gerçek ise şudur: Bir siyasi hareketin, ilkelerinden saparak gücü elde tutma uğruna giriştiği her "deneyin" bir bedeli vardır ve bu bedel, eninde sonunda tüm topluma, kuşaklar boyunca ödetilir. www.avazturk.com olarak, bu tarihin dönüm noktasındaki gelişmeleri takip etmeye devam edeceğiz.