Kutsal Metinlerdeki Gizemli Ağacın Gerçek Anlamı Nihayet Ortaya Çıkıyor!
Asırlardır yanlış anlaşılan, tartışmalara yol açan o meşhur ağacın sırrı nihayet perdesini aralıyor! Peygamberlerin dilinden çok daha fazlasını ifade eden bu gizemli sembolün şaşırtıcı gerçeğini öğrenmeye hazır mısınız?
Değerli okuyucularımız, kavramlar serisi sohbetlerimize ve derinlemesine incelemelerimize devam ediyoruz. Bu haber makalesi, Kur'an-ı Kerim'de geçen bazı önemli kelimelerin gerçek anlamlarını, asırlardır süregelen yanlış anlaşılmaların ötesinde ele alarak, size bambaşka bir perspektif sunacak. Uzmanların kapsamlı analizleriyle, zihinlerdeki sis perdesini aralıyoruz. Bu heyecan verici keşif yolculuğuna çıkmaya devam edin.
Hakkı YILMAZ'ın "Hakkı YILMAZ" adlı YouTube kanalında yayınlanan "167.YASAKLANAN AĞAÇ" başlıklı sohbetinin deşifre edilmiş metinlerinden yola çıkarak, kelimelerin derinliklerine iniyoruz. Yılmaz, kavramlar serisi sohbetlerinde alfabetik sıraya göre ilerlediklerini ve bu sohbetin 167. bölüm olduğunu belirtiyor. İlk ele aldığı sözcük, halk arasında "namaz suresi" olarak bilinen ve Mushaf'taki son sure olan Kul Euzü Birabbinnas suresinde geçen "Vesvas" kelimesi. Hakkı YILMAZ, Cenab-ı Hakk'ın bu surede insanlardan kendisine sığınmasını istediğini, "min şerril vesvas" diyerek vesvasın şerrinden Allah'a sığınılmasının istendiğini açıklıyor. Sözcüğün orijinal ismî kalıbının "vesvese" olduğunu ve bunun "alçak bir sesle fısıltı ile gizli bir düşünce aşılamak, bir işe eyleme yöneltmek" anlamına geldiğini vurguluyor. Kur'an'da sadece bu surede değil, Araf suresinin 20. ayetinde İblis'in Adem'e vesvesesi olarak, Kehf suresinin 16. ayetinde ve Taha suresinin 120. ayetinde de geçtiğini ekliyor. Hakkı YILMAZ, vesveseyi pratik hayattaki gizli yönlendirmelere, telkinlere, insanların birbirini aldatmalarına benzetiyor ve bu durumun insanın elinde olmayan bir şey olduğunu, dolayısıyla kendi gücünün bittiği yerde Allah'a sığınmak gerektiğini ifade ediyor. Bu karmaşık kavramın derinliklerine inmeye devam edin.
Hakkı YILMAZ, sohbetinde ikinci olarak ele aldığı sözcüğün "Veil" olduğunu belirtiyor. Bu kelimenin önemine binaen açıklandığını ve bazı kişilerin lügatta direkt "veil" kelimesini bulamadıklarını ifade ediyor. Kur'an'da "veil" sözcüğünün "kınama, öfke ve tehdit" ifade eden bir kelime olduğunu vurguluyor. Yılmaz'a göre, bu sözcüğün orijinal kullanım şekli "Vay filan" yani "Yazık ona" anlamında olup, kendisinden sonra gelen bir sözcük için kullanılır. Ancak Arapların bu ifadeyi yuvarlayarak, "li fülanin" sözcüğünün başındaki 'li'yi "vay" sözcüğüne ekleyip "vail" veya "veil" haline getirdiklerini anlatıyor. Bu kullanımın Kur'an'da Mürselat suresi gibi birçok yerde "yazıklar olsun onlara", "vay onların haline" şeklinde geçtiğini, özellikle Hümeze suresinin başında "Hümeze ve Lümeze'ye yazıklar olsun, vay onların haline" diye yer aldığını belirtiyor. Hakkı YILMAZ, sözcüğün genel anlamının "vay" ünlemiyle birine acıma, yazık veya öfke ifade etmek olduğunu ifade ediyor. Bu kapsamlı analizi okumaya devam edin.
Sıradaki sözcük ise "Vezir". Hakkı YILMAZ, bu sözcüğün Kur'an'da Taha suresinin 29. ayetinde ve Furkan suresinde görüldüğünü belirtiyor. Taha 29'da Musa Peygamber'in peygamberlik görevini aldığında, kendisini ifade etme açısından bir yardımcıya ihtiyacı olduğunu, çünkü saray diliyle yetiştiği için halkla dil farkı olduğunu dile getiriyor. Musa'nın Allah'tan isteklerinden birinin, yakını olan kardeşi Harun'u kendisine vezir olarak vermesini istemek olduğunu ve Furkan suresinde de Harun'un Musa'ya vezir olarak verildiğinin ifade edildiğini açıklıyor. Vezir kelimesinin Arap dilinde iki kökten gelebileceğini belirtiyor:
- Vizir kökü: Bu kökten geldiğinde "yük" anlamına gelir. Vezir, "yük çeken" demektir; krallara yardımcı olarak onların yükünü hafifleten kimselerdir. Musa'nın isteği de "yükümün yarısını çekecek, yükümü hafifletecek birisini istiyorum" anlamındadır.
- Vezer kökü: Bu kök ise Kıyamet suresinin 11. ayetinde geçen "kella la vezer" yani "Hayır hayır, kaçacak yer yok, sığınak yok" ifadesinden gelir. Bu durumda vezir, "sığınak" anlamına gelir. Hakkı YILMAZ, bu kökün aynı zamanda "kendisiyle korunulan dağ" anlamına da geldiğini, Anadolu'daki eski yerleşim yerlerinin sırtlarını dağa dayamalarının kendilerini düşman saldırılarına karşı koruma amaçlı olduğunu örnek veriyor. Vezirlerin de bir bakıma başvurulan, danışılan, sığınılan kimseler olduğunu belirtiyor. Yılmaz, bu iki anlamı birleştirerek vezirin "yük çeken, yükü hafifleten (yardımcı olan) ve kendisine sığınılan, danışılan kişi" olduğunu ifade ediyor. Bu ilginç bilgileri keşfetmeye devam edin.
Hakkı YILMAZ, Y harfine geçerek ilk sözcüğün "Yahudi" olduğunu açıklıyor. Çoğu kişinin onları bir millet, kavim ya da dini bir grup olarak bildiğini ancak böyle bir dinin olmadığını belirtiyor. Onların Musa Peygamber'in takipçileri olarak kabul edildiğini ve Musa'nın getirdiği kitabın Kur'an'da da geçtiği gibi "Furkân" yani iyiyi kötüden ayıran kitap olduğunu ekliyor. Din adının ise İslam olduğunu vurguluyor. Yahudi kelimesinin kullanılmasının iki sebebi olduğunu belirtiyor:
- Soydan Gelme: Yakup Peygamber'in çocuklarından en büyüğü olan Yahuda'dan gelir. "Yahudi" denildiğinde Yahuda'ya mensup olanlar, onun soyundan gelenler, onun izinden yürüyenler kastedilir.
- Tövbe Edenler: Bazı ayetlerde "hadu" fiilinden türemiş olarak geçer ve "tövbe edenler" anlamına gelir. Bu, İsrailoğulları'nın Musa'ya ve Harun'a karşı gelmeleri, Allah'ın uyarılarına rağmen altını ilah edinmeleri (kapitalizm, sömürü) sonrası tövbe etmelerinden gelir. Yılmaz, "hadu" ifadesinin sonradan Yahudi olanları veya Yahudi karakteri taşıyanları ifade etmek için kullanılabileceğini, Kur'an'da hem "Yahudi" hem de "hadu" sözcüklerinin İsrailoğulları için geçtiğini belirtiyor. Yahudileşme kavramının, altını ilah edinme, peygambere saygısızlık etme şeklinde de ifade edilebileceğini söylüyor. Bu çarpıcı gerçekleri öğrenmeye devam edin.
Ve geldik asıl konumuza: "Yasaklanan Ağaç". Hakkı YILMAZ, bu konunun Bakara suresinde Allah'ın Adem ve eşine "bu ağaca yaklaşmayın" demesiyle geçtiğini, ancak halkın dilinde ve geçmişte bu ağaçla ilgili çok tuhaf masallar ve kafa karıştırıcı söylentilerin yer aldığını belirtiyor. Yılmaz, bu söylentilerin hiçbirinin "ilme, bilgiye veyahut da Sadık haberden yani Allah'tan gelen doğru bir haber" olmadığını, hepsi "kafadan sallama" olduğunu vurguluyor. Bazı örnekler veriyor:
- İbn Mesud, İbn Abbas, Sa'd bin Cubeyr, Ca'fer bin Hubeyre gibi isimlerin bu ağacın üzüm ağacı olduğunu ve bu yüzden şarabın yasaklandığını söylediğini. Yani Adem'e üzüm ekmeyin, şarap yapmayın denildiği gibi anladıklarını aktarıyor.
- Yine İbn Abbas, Ebu Malik, Katade, Vehb Münebbin gibi isimlerin ise bu ağacın buğday başağı olduğunu iddia ettiğini ve buğday tanesinin sığır böbreği büyüklüğünde, baldan tatlı, yağdan yumuşak olduğunu, Adem'in tövbesi kabul olunca Adem soyuna gıda yapıldığını söylediğini belirtiyor.
- İbn Cüreyc'in ise bunun bir incir ağacı olduğunu ve rüyada incir görmenin pişmanlık duyulacağına işaret ettiğini yorumladığını ekliyor.
Hakkı YILMAZ, bu bilgilerin Kitab-ı Mukaddes'teki Tekvin bölümü 2. bab 1-25. ayetlerdeki anlatımların Araplarca yeniden anlatımı olduğunu belirtiyor. Yılmaz, asıl anlamı bulmak için "şecer" sözcüğünü tam olarak incelemek gerektiğini söylüyor. Arapların "şecer" dedikleri zaman "mal" anladıklarını, bunun sadece deve, koyun, at gibi hayvanları değil, aynı zamanda altın, gümüş gibi değerleri de kapsadığını ifade ediyor. Sözcüğün sözlük anlamında bitki cinsinden, gövdesi üzerinde desteksiz duran, kışın varlığını koruyan bitki olduğunu belirtiyor. Ayrıca "şecer" sözcüğünün "karışık, karmaşık, girift" anlamına geldiğini ve ağaca bu ismin dallarının ve yapraklarının iç içe geçmiş, karışık olmasından dolayı verildiğini açıklıyor. Sözcüğün "ihtilaf (çekişme)" ve "sarf etme (harcama)" anlamlarında da kullanıldığını, çünkü anlaşmazlıkların çoğunun mal üzerinden çıktığını ve en çok harcamanın da malda yapıldığını ekliyor. Kur'an'da bu sözcüğün fiil halinde Nisa 65'te kullanıldığını ve "aralarında çıkan çekişmeli işler" anlamına geldiğini vurguluyor. Yılmaz, aile şecereleri gibi "şeceretün" kelimesinin sonundaki 't' harfinin farkını da açıklıyor, buradaki "şecer"in fiil olduğunu belirtiyor.
Ve şimdi, asıl büyük açıklama! Hakkı YILMAZ'ın ifadeleriyle, Adem kıssasında geçen ve "yaklaşmayın" denilen "şecere" ile kastedilenin herhangi bir ağaç olmadığını, bunun "mal mülk tutkusu" olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Yılmaz, ayetlerde "ağaç yaprağı" yerine "varaq al-Jannah" yani "Cennet yaprağı" ifadesinin geçtiğini ve bunun da mal, altın, gümüş, deve, arpa, buğday ve hurma gibi tüm zenginlikleri ifade ettiğini belirtiyor. Adem İblis kıssasında geçen "şeceretül huld" (sonsuzluk ağacı) ifadesinin de mal mülk tutkunlarının kendilerini o mallarının dünyada ebedi kılacağını zannetmeleriyle ilgili olduğunu açıklıyor. Hakkı YILMAZ, Hümeze suresinde mal toplayıp sayan ve malının kendisini sonsuz kılacağını zanneden kişilerin kınandığını hatırlatarak, Adem kıssasındaki "yasaklanan ağaç"ın "mal mülk tutkunu olmayın" anlamını taşıdığını belirtiyor. Hatta Araf suresinde Adem'in her şeyi kendine yığmasının, yani mal istifçiliğinin anlatıldığını da ekliyor. Son olarak, İsra suresinin 60. ayetinde geçen "şeceretül melun" (lanetlenmiş ağaç) ifadesinin de yine bu kapitalizmin, malı ve sermayeyi iman ölçüsünde bir tutku haline getirmesi olduğunu söylüyor. Yılmaz'a göre, mal mülk, altın, gümüş sizin aracınız olmalı, amacınız değil; toplumsal işlerde, insanlığın hayrında kullanılmalıdır. Kazanmaktan kaçınmak değil, ihtiyacını temin etmek ve fazlasını Allah'ın gösterdiği adreslerde harcamak esastır. Kısacası, Hakkı YILMAZ'a göre yasaklanmış ağaç, malın, mülkün, altının ilah edinilmesidir, aynı İsra suresinin 60. ayetinde "dışlanmış/yasaklanmış ağaç" olarak geçen kapitalizm tutkusudur. Bu ve daha birçok konuda detaylı analizler için Avaztürk internet sitesini ziyaret edebilir, derinlemesine bilgilere ulaşabilirsiniz.