Sanılanın Aksine Allah, Bilgiyi Kime ve Nasıl Vahyediyor?
Kutsal kitaplarda sıkça geçen "gayb" bilgisi kimlere ulaşır? Hakkı Yılmaz, Kur'an'ın derinliklerine inerek bu gizemli kavramı aydınlatıyor, peygamberlerin gaybı bilip bilmediği ve bir Kur'an ayetine yönelik asılsız eleştirinin ardındaki şaşırtıcı gerçeği
Pınarın kaynağından sunulan sohbetlerin 295.'si ile bir kez daha değerli izleyicilerin karşısına çıkan Hakkı Yılmaz, dinleyicileri Allah'ın ilminin ve vahyinin derinliklerine çekiyor. Daha önceki sohbetlerde Orhan Buhur isimli bir dinleyicinin "Allah Elçi ve resullere bazı gayıp bilgilerini vahy ediyor... Allah istediği her kuluna gayıp bildirebilir mi? Eğer bildirirse bunu nasıl hangi yöntemlerle yapar mesela rüya alemi olabilir mi?" şeklindeki can alıcı sorusunu tamamlama amacıyla başlayan bu sohbet, "gayb" kavramı üzerine ezber bozan bir bakış açısı sunuyor. Hakkı Yılmaz, bu soruyu yanıtlarken, Allah'ın her kuluna gaybı bildirmediğini ve her kula vahyetmediğini net bir dille ifade ediyor. Yılmaz, Allah'ın insanlardan uygun olanları seçtiğini, tıpkı peygamberler gibi, bu seçimin mücadeledeki gerekli donanımlarına ve ahlaki üstünlüklerine göre yapıldığını belirtiyor. Peygamberlerin dahi gaybın tamamına vakıf olmadığının altını çizen Yılmaz, Cin Suresi'nin 25 ila 28. ayetlerini ve Araf Suresi'ndeki örnekleri referans göstererek, ölüm vakti veya kıyamet gibi gayb konularını peygamberlerin bile bilmediğini vurguluyor. Yani, gaybın anahtarları yalnızca Allah'ın katındadır ve görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen, geçmiş ve gelecek gibi her şeyi sadece Allah bilir.
Peki, Allah'ın seçtiği elçilere bildirdiği gayb bilgisi nasıl bir yöntemle ve ne kadar detayda aktarılıyor? Hakkı Yılmaz, bu bilginin kesinlikle rüya, fısıltı veya mektup gibi yollarla değil, "vahiyle" ve "ayetlerle kalbe nakşetme" yoluyla verildiğini açıklıyor. Yılmaz, vahyin sadece seçilmiş elçilere gerekli olan bilgiyi aktardığını, onların bu bilgiyi kullanacaklarını ve her gaybın değil, sadece belirli kısımlarının vahyedildiğini belirtiyor. Bu noktada Ali İmran Suresi 44. ayetini örnek veren Yılmaz, Meryem ve İsa hakkındaki doğru bilgilerin, yani bir "gayıp" bilgisinin, peygamberimize Kur'an ayetleriyle vahyedildiğini; onun bu olaylara tanık olmadığını ancak bu şekilde doğruya ulaştığını aktarıyor. Aynı şekilde, Hud Suresi 49. ayetteki Nuh kıssası ve Yusuf Suresi 102. ayetteki Yusuf kıssası gibi olayların da peygamberimizden ve toplumdan önce bilinmeyen "gayb haberleri" olduğunu ve vahiyle bildirildiğini vurguluyor. Yakup peygamberin Yusuf'un durumu hakkındaki bilgisi ve Kasas Suresi'ndeki Karun meselesi gibi örnekler de bu bağlamda ele alınıyor. Hakkı Yılmaz, Fetih Suresi'nin 27. ayetinden Mekke'nin fethinin, Fil Suresi'nden ise Bedir Savaşı'nda müşriklerin yenilgisinin peygamberimize vizyon olarak bildirildiğini ekliyor. Görüldüğü üzere, vahiy, kontrolsüz bir bilgilendirme süreci değil, zira Hakkı Yılmaz'ın ifadesiyle "Allah elçiyi de kontrolsüz bırakmamıştır" ve ayetlerini tebliğ ettiklerini bilsinler diye her taraftan gözetleyiciler göndermiştir. Bu önemli konuların daha iyi anlaşılması için, örneğin https://www.avazturk.com
gibi platformlarda yer alan dini yayınların ve analizlerin takip edilmesi de bilginin yaygınlaşmasına katkı sağlayabilir.
Ancak sohbetin en ilgi çekici anlarından biri, Hakkı Yılmaz'ın "akıllı dediğimiz insanların yaptığı komikliği" diye nitelendirdiği, Kur'an'a yönelik bir eleştiriye getirdiği çarpıcı yanıtla başlıyor. Yılmaz, Kur'an'ı eleştirenlerden birinin Zariyat Suresi'nin 57. ayetini ("Ben onlardan [insanlardan, cinlerden] bir rızık istemiyorum, bana yemek yedirmelerini de istemiyorum") alıntılayarak "Hayda! Tanrı bizden yemek yedirmemizi istememiş mi? Ya siz gerçekleri görmek istemiyorsunuz yoksa düşünmek mi istemiyorsunuz?" şeklinde bir eleştiri yönelttiğini aktarıyor. Bu eleştiri, ilk bakışta mantıklı gibi görünse de, Yılmaz'ın derinlemesine açıklamalarıyla tamamen ters yüz oluyor.
Hakkı Yılmaz, bu eleştiriyi dile getiren "adamcağızın" Enam Suresi'ndeki bir ayeti okumadığını ve cahiliye dönemi Mekke müşriklerinin inançlarını bilmediğini belirtiyor. Yılmaz'ın açıklamasına göre, o dönemde Mekke müşrikleri, Yunan mitolojisindeki gibi Olimpos tanrılarına benzer bir "Allah" anlayışına sahiplerdi. Onlar, Allah'ın eşi ve çocukları (melekler, cinler) olduğunu, hatta ekinlerinden ve hayvanlarından Allah'a bir "pay" ayırdıklarını ve "bu Allah için, şu ortaklarımız içindir" dediklerini anlatıyor. İşte Zariyat 57. ayeti, tam da bu "sapık inanca" karşı bir uyarı olarak gelmiştir! Allah, Hakkı Yılmaz'ın sözleriyle, "Ben size bana kul olmanızı istiyorum. Bana kul kul sizden öyle ekinler hayvanlardan bir şeyler sunup da yemek falan istemiyorum Bu tip şeyler istemiyorum sizden Kulluk İstiyorum diyor". Yani o ayet, sanıldığı gibi genel bir "yemek istemiyorum" mesajı değil, müşriklerin Allah'a adadıkları paylara ve onların batıl inançlarına karşı net bir reddiyedir.
Bu kapsamlı analiz, Kur'an ayetlerinin bağlamından koparılmasının ne denli büyük yanılgılara yol açabileceğini gözler önüne seriyor. Hakkı Yılmaz'ın da vurguladığı gibi, gerçekleri görmek ve aklımızı kullanarak derinlemesine düşünmek, kutsal metinleri doğru anlamanın temelini oluşturuyor. Nihayetinde, bu sohbetin asıl büyük mesajı şu: Kur'an-ı Kerim'in her ayeti, kendi bağlamı içinde değerlendirildiğinde bambaşka bir derinliğe ulaşıyor ve yüzeysel eleştirilerin ne kadar temelsiz olduğunu kanıtlıyor. Allah'ın gayb bilgisi ve vahiy sistemi, rastgele değil, belirli bir ilahi düzen içinde işliyor ve bu sır perdesi, doğru bilgi ve derinleşimle aralanabiliyor.