Bahçeli'nin Yargıdaki Gölgesi, Erdoğan'ın Başına Çuval Geçiriyor mu?
Türkiye siyasetinin en karanlık sırları, adalet sistemindeki çarpık düzen ve iktidar-muhalefet arasındaki akıl almaz çifte standartlar bu haberde gün yüzüne çıkıyor! Fatih Altaylı'dan Fahrettin Altun'un kovulma nedenine, Ahmet Özer'in davasından Türkiye'n
Türkiye siyaseti, son dönemde yaşanan gelişmelerle adeta bir film sahnesini andırıyor; perde arkasında dönen dolaplar, ittifaklar ve göz ardı edilen adalet, ülkenin geleceği üzerinde büyük bir soru işareti bırakıyor. Bu haber makalesi, sadece güncel olayların bir yansıması değil, aynı zamanda ülkenin içinde bulunduğu derin siyasi ve hukuki çelişkilerin izini süren, nefes kesici bir soruşturmanın ilk adımı. Okumaya devam edin, çünkü okudukça gözlerinize inanamayacak, her bir cümlenin sizi daha da şaşırtacak yeni gerçeklere sürüklediğini fark edeceksiniz.
Türkiye siyasetinin en tartışmalı figürlerinden biri olan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in cezaevinde tutulmasıyla ilgili yeni bir boyut ortaya çıktı. YouTube'daki "MEMDUH BAYRAKTAROĞLU" kanalında yayınlanan videoda Memduh Bayraktaroğlu, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) arasındaki ilişkilere dikkat çekerek, MHP Genel Başkan Yardımcısı ve hukukçu Fethi Yıldız'ın, Özer'in tutukluluğunun "gayri kanuni" ve "hukuksuz" olduğunu açıkladığını belirtiyor. Bayraktaroğlu, bu durumun yargının aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın değil, Devlet Bahçeli'nin etkisi altında olduğunu gösterdiğini ve en sonunda "kabağın Erdoğan'ın başına patlayacağını" iddia ediyor. Ahmet Özer'in "terörle işbirliği yaptığı" iddiasından tahliye kararı almasına rağmen, "ihaleye fesat karıştırma" suçlamasıyla hala cezaevinde olduğu ve bu durumun Ekrem İmamoğlu gibi diğer CHP'li isimler için de benzer bir senaryonun habercisi olabileceği ifade ediliyor. Memduh Bayraktaroğlu, Fethi Yıldız'ın yakın zamanda Ekrem İmamoğlu ve diğer CHP'li belediye başkanlarının tutuklu yargılama zulmünün hukuksuzluğuna dair yeni bir açıklama yapabileceğini de tahmin ediyor.
Bu gelişmelerle birlikte, iktidar cenahında yaşanan "terörsüz Türkiye" süreci de tartışmalara yol açıyor. Memduh Bayraktaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "AK Parti, MHP ve Dem Parti, biz en azından üçlü olarak bu yolu beraber yürümeye karar verdik" şeklindeki sözlerini hatırlatarak, bu açıklamanın aslında Erdoğan'ın tekrar cumhurbaşkanı adayı olabilmesi ve anayasa değişikliği için DEM Parti'nin 58 milletvekiline olan ihtiyacını gösterdiğini belirtiyor. Ancak DEM Parti Eş Başkanı Pervin Buldan'ın bu duruma net bir tavırla "biz ittifak ortağı değiliz," sadece "süreç ortağıyız" yanıtını verdiğini, yani "Recep Tayyip Erdoğan'ı ömür boyu cumhurbaşkanlığı yapabilecek bir anayasaya evet demeyeceklerini" ifade ettiğini aktarıyor. Bu çarpıcı siyasi manevralar ve daha fazlası için güncel gelişmeleri takip etmek isterseniz https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Memduh Bayraktaroğlu, MHP'nin bu süreçte AKP'nin yerine merkeze oynamaya başladığını öne sürerken, bu "terörsüz Türkiye" sürecini "başlatanın" ve "sonuca götürecek olanın" yine Devlet Bahçeli, DEM Parti ve CHP olacağını iddia ediyor. Bu süreç, hükümetin "terörle mücadele" söylemlerindeki tutarsızlığı da gözler önüne seriyor. Öte yandan, Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici, Erdoğan'ın bu açılımına sert tepki göstererek, "milletimizin birliği," "devletimizin bekası" ve "anayasal düzenin korunması adına bu tuzağa düşülmemesi" gerektiğini, geçmişteki "çözüm süreci üzerinden yaşanan istismarların bir kez daha tekrarlanmaması" gerektiğini vurguluyor. Destici'nin bu itirazının, gelecekte AKP ile yollarını ayıracağının bir işareti olabileceği de yorumlar arasında yer alıyor.
Siyasi iktidarın içindeki güç dengeleri de karmaşık bir hal alıyor. Memduh Bayraktaroğlu, cezaevinde bulunan gazeteci Fatih Altaylı'nın yaptığı "içeriden" bir habere atıfta bulunuyor. Altaylı, son haberinde Fahrettin Altun'un "güç sarhoşluğu" sonucu ve AKP'deki "önemli bir isme" karşı "komplo girişiminin parçası olduğu" ortaya çıkınca görevden alındığını yazdığını belirtiyor. Altaylı, bu "değerli kişi"nin AKP'deki "ender güvenilir ve iyi isimlerden biri" olduğunu, "bugünkü terörsüz Türkiye olaylarında da etkinliği" bulunduğunu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a "doğrudan erişimi" olduğu için Altun'un manipülasyonlarına "kanmadığını" ifade ediyor. Bayraktaroğlu, komplo belgelerinin Cumhurbaşkanı'na sunulduğunda Erdoğan'ın "bir an bile tereddüt etmeden ipi çektiğini" dile getiriyor. Memduh Bayraktaroğlu, Fatih Altaylı'nın ismini vermediği bu önemli kişinin kim olduğunun çok önemli olduğunu ve bunun "bütün iş adamlarını, ihracatçıları, turizmcileri, medya patronlarını" ilgilendirdiğini vurguluyor.
Bu siyasi karmaşanın yanı sıra, adalet sistemimizdeki uygulamalar da yeni mağduriyetler yaratmaya devam ediyor. Memduh Bayraktaroğlu, 5 Haziran'da çıkan yeni infaz düzenlemesini ele alıyor. Bu düzenleme, 31 Temmuz 2023 tarihli "Covid" düzenlemesinden yararlanan "mükerrer suçluları" olumsuz etkilemiş durumda. Bayraktaroğlu, hukukun tüm kurum ve kurallarıyla işlediği bir ülkede akla gelmeyecek, "gülünç bulunacak" bir durum olduğunu belirtiyor. Düzenlemenin, cezaların infaz oranını düşürmesine rağmen, ilk suçtaki denetimli serbestlik hakkını kaldırması nedeniyle binlerce hükümlünün tekrar cezaevine girme riskiyle karşı karşıya kalmasına yol açtığını aktarıyor.
Bu mağduriyetin en somut örneklerinden biri, 48 yaşındaki esnaf Emre Katipoğlu'nun yaşadıkları. Memduh Bayraktaroğlu, Katipoğlu'nun kaçakçılıktan aldığı üç yıl hapis cezasını çekmek üzere cezaevine girdiğini ancak "Covid" düzenlemesiyle sadece beş gün yatıp çıktığını anlatıyor. Ardından babasına saldıran birine karşılık verdiği için aldığı 3 ay 11 gün cezayla tekrar cezaevine giden Katipoğlu'nun, cezasının bitmesine iki ay kala 5 Haziran'daki yeni düzenleme yüzünden denetimli serbestlik hakkının kaldırıldığını öğrenince şok yaşadığını belirtiyor. Katipoğlu, "Mağduriyetleri çözeceğiz diye mağduriyette eşitlik yarattılar" sözleriyle durumu özetlerken, normalde 50 gün sonra tahliye olacakken şimdi sekiz ay daha yatmak zorunda kaldığını aktarıyor. Memduh Bayraktaroğlu, Katipoğlu gibi binlerce mağdurun olduğunu, hatta kimilerinin cezasının dört yıl arttığını ve tahliyesine günler kala bu durumla karşılaştıklarını ifade ediyor. Avukat Beyza Başer Berkün de bu durumu "Yeni bir mağduriyet doğdu. Aleyhteki iki uygulama birbiriyle çatıştı. Eğer hükümlüler lehine düzenleme yapıyorsan aleyhine işletlemeyeceksin" sözleriyle eleştiriyor. Cezaevlerindeki koşulların da içler acısı olduğunu belirten Memduh Bayraktaroğlu, Beşikdüzü Açık Cezaevi'nde yer kalmadığı için tekstil atölyesi ve kantin deposunun koğuşa çevrildiğini, ranzaların dip dibe olduğunu, merdivenlerde bile yataklar kurulduğunu ve koğuşlarda farelerin ve böceklerin cirit attığını, su depolarının yetersiz olduğunu aktarıyor.
Ülkenin ekonomik durumu da bu siyasi ve hukuki karmaşadan nasibini alıyor. Memduh Bayraktaroğlu, Mehmet Şimşek'in göreve getirilme nedeninin ekonomiyi düzeltmek olmadığını, aksine "para bulmak" olduğunu iddia ediyor. Bayraktaroğlu, Şimşek'in finansçı olduğunu, ekonomist olmadığını vurgulayarak, "sıcak para" çekmek için faizleri yükselttiğini ve bu sayede dolar bazında yüzde 40 gibi inanılmaz getiriler sağladığını belirtiyor. Bu durumun, ülkeye döviz akışı sağlansa da, halkın büyük çoğunluğunun, özellikle "köylünün süründüğünü" dile getirerek, ekonomik tablonun pek de iç açıcı olmadığını ifade ediyor. Türk Lirası'nın dolar karşısında yaşadığı değer kaybının da yıllar içindeki vahim durumu gözler önüne serdiğini ekliyor.
Tüm bu yaşananların temelinde, Memduh Bayraktaroğlu'na göre, şehirlerdeki halkın "uyanışı" yatıyor. Özellikle 2019 belediye seçimlerinden itibaren büyük şehirlerin "uyandığını" ve 2024 yerel seçimlerinde "ayağa kalktıklarını" belirten Bayraktaroğlu, Ekrem İmamoğlu ve diğer CHP'li büyükşehir belediye başkanlarının bu uyanışta kilit rol oynadığını söylüyor. Bayraktaroğlu, İmamoğlu ve benzeri CHP'li belediye başkanlarının cezaevinde olmalarının temel sebebinin, büyükşehirlerdeki halkın artık "uyanıp yemediğini yutmadığını haykırmaları" olduğunu vurguluyor. Bu uyanışın en somut örneklerinden biri, Manavgat'ta yaşanan belediye başkan vekilliği seçimi krizinde de görüldü. Memduh Bayraktaroğlu, AKP'nin istifa eden bir CHP'li belediye başkanının yerine geçecek yeni başkanı kendi lehlerine çevirmek için nasıl siyasi entrikalar çevirdiğini, hatta bazı CHP'li meclis üyelerini yolsuzlukla suçlayıp görevden aldırmaya çalıştığını detaylarıyla anlatıyor. Ancak, CHP'nin uyanık davrandığını ve istifa eden üyelerin yerine yedeklerinin hızla gelmesiyle AKP'nin planlarının suya düştüğünü, Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) da istifa eden üyenin istifasını geri almasına ilişkin ilçe seçim kurulu kararını bozduğunu aktarıyor. Nihayetinde Manavgat Belediye Başkanlığı'na Cumhuriyet Halk Partili Mehmet Çiçek'in seçildiğini belirterek, AKP'nin "siyaseti tamamen ve tamamen rakibin arkasına dolanıp iki puan almak üzere" yaptığını ve bunun "siyasi ahlaka yakışmadığını" vurguluyor.
Tüm bu anlatılanlar, Türkiye siyasetinin ve adalet sisteminin bir bütün olarak ne denli çetrefilli ve çelişkili bir dönemden geçtiğini gözler önüne seriyor. Memduh Bayraktaroğlu'nun çarpıcı analizleri ve yaşanan somut örnekler, siyasi çıkarlar uğruna hukukun nasıl eğilip büküldüğünü, bazıları için "terör faaliyeti" sayılan eylemlerin, iktidar için "kardeşlik süreci" veya "devletin bekası" adı altında nasıl meşrulaştırılabildiğini acı bir şekilde ortaya koyuyor. Özellikle Ahmet Özer'in durumundan Mehmet Şimşek'in ekonomi politikalarına, Fatih Altaylı'nın içeriden verdiği bilgilerden Manavgat'ta yaşanan siyasi manevralara kadar her bir detay, Türkiye'de adaletin yalnızca "kişiye ve siyasi konuma göre" değişmekle kalmadığını, aynı zamanda "güç ve çıkar mücadelesinin" bir aracı haline geldiğini düşündürüyor. Bu durumda, “adalet” kavramının kendisi, en büyük sınavını veriyor.