CHP'nin Kaderi Kapalı Kapılar Ardında Mı Yazılıyor?
Türkiye siyasetinde sarsıcı gelişmeler yaşanıyor. CHP davasının ertelenmesi, yargının siyasi rolü ve kulislerde konuşulan akıl almaz pazarlıklar… Bu haber, iktidarın muhalefeti dahi yönettiği derin bir oyunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Türkiye siyaset sahnesinde uzun süredir devam eden bir gerilim, son günlerde yaşanan gelişmelerle birlikte bambaşka bir boyut kazanmış durumda. Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) aleyhine açılan ve yargı eliyle siyasete yön verme çabası olarak yorumlanan davanın 8 Eylül'e ertelenmesi, kulislerdeki fısıltıları adeta sağır edici bir gürültüye dönüştürdü. Mahkemenin CHP'nin kuruluş yıldönümünden sadece bir gün öncesine, 9 Eylül'ün arifesine denk gelen bu tarihi seçmesi, sıradan bir tesadüf mü, yoksa ince hesaplanmış bir siyasi oyunun gereği mi? TR724 YouTube kanalında Necip Bahadır'ın köşesinden aktardığı üzere, bu sorunun yanıtı, bizi çok daha derin ve endişe verici bir gerçeğe taşıyor. Bu sadece bir başlangıç; makale ilerledikçe, Türkiye siyasetinin görünmeyen yüzü tüm ayrıntılarıyla aydınlanacak.
Necip Bahadır, AKP yargısının hukuktan ve adaletten ne denli uzaklaştığını, adeta "partinin bir organı" gibi çalıştığını vurguluyor. Bu durumun en çarpıcı kanıtlarından biri ise sıradan bir hukukçu olmayan, ancak AKP'ye yakınlığıyla bilinen Profesör Doktor Adem Sözüer'in X (eski adıyla Twitter) hesabından paylaştığı 10 maddelik hukuki değerlendirme. Sözüer, bir dönem AKP'nin hukuk reformlarında İzzet Özgenç ile birlikte imzası bulunan bir isimken, şimdi AKP'nin hukuk politikalarına sert eleştiriler yöneltiyor. Profesör Doktor Sözüer'in açıklamalarına göre, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) kararlarının uygulanmadığı, muhalif siyasetçi ve gazetecilerin tutuklandığı, belediyelere kayyım atandığı bir ortamda hukuk normları askıya alınmıştır. Sözüer, bu durumu "Hukuktan arındırılmıştır, bırakın adaleti, hukuk yok, anayasa, kanun askıda" sözleriyle özetliyor. Necip Bahadır, böyle bir ismin bu tespitleri yapmasının ne kadar manidar olduğunu özellikle belirtiyor, çünkü bu sözler, AKP iktidarının hukuk normlarının askıda olduğu bir dönemi tarif ediyor.
Bu "görünüşte davalar", yani hukuki görünümlü ancak gerçekte siyasi tasfiyeler, Türkiye'nin son on yılına damga vurmuş durumda. Kaynaklarda yer aldığı üzere, bu tür davalar, kuvvetler ayrılığının etkin olmamasından faydalanılarak yetkilerin amaç dışı kullanılmasıyla açılıyor. Binlerce masumun yaşamını karartan, kimini ölüme sürükleyen, kimini ölümcül darbelerle terörist ya da hain ilan eden bu süreçler, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın dahi "cemaate dönük operasyonlarda" 156 gözaltı, 65 tutuklama ve 33 adli kontrol kararını "sevinç çığlıkları eşliğinde" duyurduğu bir çarpıklıkla ilerliyor. Necip Bahadır'ın yorumuna göre, hukukçu kökenli olmasına rağmen Yerlikaya'nın bu "görünüşte davalar" üzerinden sevinç duyması, aklını ve vicdanını kaybetmiş bir bakanın beklentisi dışında değildir. Siyasetin gözleri kör, kulakları sağır ettiği, kalbe mühür vurduğu ve kendi yalanlarıyla övündüğü bu tablo içerisinde, masumların yaşadığı zulmün boyutu akıl almaz seviyelere ulaşıyor. Hukuksuzluğun detaylarına ve etkilerine dair daha fazla bilgi edinmek için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Bu davaların vahim boyutu, CHP'ye uzandığında, yani Özgür Özel'in liderliğindeki ana muhalefet partisi de hedefe konduğunda, durumun "görünüşte ve sözde" olduğu gerçeği nihayet herkes tarafından fark edildi. Necip Bahadır, Özgür Özel'in "normalleşme" çağrıları yaptığı bir ortamda bile mevcut hukuk sisteminin zulüm ve işkence üretmekten başka bir işe yaramadığını belirterek, birilerinin geç de olsa uyanmasının iyi olduğunu ifade ediyor. Ancak bu uyanışın bile tam olmadığını, solun hala yarı uykulu olduğunu ve Özgür Özel'in bile masuma rengini ve kimliğini sorduğunu ekliyor. Profesör Sözüer'in final cümlesi ise meselenin özünü net bir şekilde ortaya koyuyor: "Partilerin hukuk dışı yöntemlerle etkisizleştirilmesi esasen suçtur. Bu suçların mağduru sadece o partinin üyeleri değil, tüm toplumdur. Fail ise hukuktan arındırılmış ortamı oluşturanlardır". Necip Bahadır bu tespiti daha da ileri taşıyarak, hukuksuzluğa destek veren, göz yuman ve zulmü görmezden gelenlerin de fail kadar sorumlu olduğunu vurguluyor. Mahkemenin davayı ertelemesi de hukuki gerekçelerle değil, tamamen siyasi bir oyunun gereği olarak değerlendiriliyor; zira hukuka uyulsaydı, YSK'nın "Benim yetkim yok" diyerek dosyayı iade etmesi gerekirdi.
Ancak asıl şok edici iddia, bir sosyal medya yazısında ortaya atıldı ve Necip Bahadır'ın deyimiyle, "her türlü komplo teorisi ve siyasi senaryoya aşina olanları bile şaşırttı". Bu iddiaya göre, aylardır Özgür Özel'in gönderdiği aracılar, AK Parti içindeki belirli bir ekiple yoğun görüşme halindeydi. Bu ekibin, Cumhurbaşkanı'nın parti ve hükümette sürekli çalıştığı koalisyonun unsurlarından ve hatta Ahmet Davutoğlu'na yakın liberal isimlerden oluştuğu öne sürülüyor. Yazı, bu isimlerin bazılarının muhalif medya tarafından "bol şişirildiğini" de ekliyor. İddialara göre, bu ekibin Özgür Özel ile teması çok önceden başlamıştı ve Özel'i "diyaloğa açık bir genel başkan" olarak sundular.
Bu gizli görüşmelerin "semere verdiği", yani sonuçlarını vermeye başladığı ileri sürülüyor. İlk işaret ise Yüksek Seçim Kurulu (YSK) AK Parti temsilcisi Recep Özel aracılığıyla açıkça verildi ve mahkemeye ilk sinyal yollandı. Ardından, Özgür Özel'in de basında manşet olan "Tek gündemimiz Ekrem Bey değil" sözleriyle karşılık vermesi, siyasi bir kararın kapıda olduğunu adeta fısıldar gibiydi. Bu erteleme ara kararıyla birlikte, Özgür Özel'e yeni bir "oynama alanı" açıldığı yorumları yapılıyor. Necip Bahadır, siyasetin her zaman göz önünde yapılmadığını, kapalı kapılar ardında dönenlerin daha önemli olduğunu vurgulayarak, Özgür Özel'e ilişkin "acaba majestelerinin muhalefeti mi?" şüphesinin yeni olmadığını belirtiyor. Bu iddiaların doğruluğu kesin değil, ancak Necip Bahadır'a göre en azından büyük bir soru işareti taşıyor.
Buradan çıkan ürpertici soru şu: Erdoğan, sadece AK Parti'yi değil, aynı zamanda CHP'yi de mi yönetiyor? Ya da partiye elini soktuğu gerçekse, bunun boyutu ne kadar derin? Hükümetin içinde bulunduğu zorlu süreçte CHP'yi bu denli tartışılır hale getirmesi, Erdoğan için bir başarı olarak görülebilir. Ancak kaynaklarda belirtildiği üzere, oyun çok daha derin: Karşımızda, kendi muhalefetini bile belirleyen bir iktidar var. Bu durum, Kemal Kılıçdaroğlu'nun mayıs adaylığında bile Erdoğan'ın parmağı olup olmadığı gibi komplo teorilerini akla getiriyor. Eski İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve 157 kişiyi kapsayan operasyonun da bu ortamda kafa karıştırdığı belirtiliyor. Hatta öyle bir noktaya gelindi ki, Necip Bahadır, eğer Erdoğan, Özgür Özel'in kasımda sandık teklifini kabul eder ve "haydi gelsin" derse, muhalefetin vay haline olacağını ifade ediyor.
Ancak tüm bu iddiaların ve soru işaretlerinin ortasında, eğer aktarılanların bir zerresi dahi doğruysa, durum vahim bir boyuta ulaşıyor. Necip Bahadır, köşesindeki yazısında bu ihtimali dile getirirken adeta tüyler ürpertici bir tablo çiziyor: "Eğer iddiaların azı bile doğruysa, CHP entübe edilmiş, Ekrem İmamoğlu diri diri Silivri'nin betonuna gömülmüş, toplumsal muhalefet büyük ihanete uğramış demektir!". Bu sözler, sadece siyasi bir analizin ötesinde, ülkenin demokratik geleceği üzerine düşen kara bir gölgeyi işaret ediyor. Ancak bu umutsuz tabloya rağmen, yazar, Çetin Altan'ın o meşhur sözünü hatırlatarak bir parça umut ışığı yakıyor: "Enseyi karartmamak lazım". Zira, toplumsal muhalefetin önünü sadece CHP ile almak da mümkün değil; riskler olsa da, her zaman bir umut olduğu vurgulanıyor. Türkiye, siyasi tarihindeki en çetin dönemlerinden birini yaşarken, tüm gözler bu derin oyunun bir sonraki hamlesine çevrilmiş durumda. Perde arkasında dönenler, sadece partilerin değil, tüm toplumun kaderini belirleyecek gibi görünüyor.