Erdoğan'ın Anayasa Planı CIA Projesi mi? "Türkiye Çözülmeye Gidiyor!"
Emekli Amiral Türker Ertürk, Sözcü TV'de yaptığı değerlendirmelerde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın anayasa planının arkasında ABD ve CIA'in olduğunu öne sürdü. Türkiye'nin çözülme sürecine taşınmak istendiğini iddia eden Ertürk, muhalefeti sert sözlerle...
Türkiye Büyük Bir Tehlikeyle Karşı Karşıya: Anayasa Değişikliği Planı ve Arka Planındaki İddialar
Türkiye, son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın anayasa değişikliği sinyalleriyle birlikte siyasi atmosferin giderek gerildiği bir süreçten geçiyor. Bu kritik dönemeçte, Emekli Amiral Türker Ertürk, Sözcü TV ekranlarında yaptığı derinlemesine analizlerle mevcut tabloya dair çarpıcı iddialar ve sert uyarılar dile getirdi. Ertürk'e göre, yaşananlar rastlantısal değil; Türkiye'nin bir "çözülme sürecine" taşınması hedefleniyor ve bu sürecin arkasında "üst akıl" olarak tanımladığı Amerika Birleşik Devletleri ve istihbarat birimleri bulunuyor.
Ertürk'ün analizi, mevcut siyasi hamlelerin, özellikle de üzerinde durulan anayasa değişikliği ve "açılım" olarak adlandırılan sürecin, Türkiye'nin kurucu ideolojisini ve üniter yapısını hedef aldığını savunuyor. Bu planın, anayasayı bir "manivela" olarak kullanarak devleti teokratikleştirmeyi, daha monarşik, tek adamsal bir düzen kurmayı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaşadığı sürece o makamda kalmasını amaçladığını ileri sürüyor. Ertürk, bu projenin yüz yıl önce İngiltere ve o dönemin işbirlikçileriyle (Vahdettin, Kürt Teali, İslam Teali) gündemde olduğunu, bugün ise ABD, mevcut iktidar, PKK/DEM ve iktidar gücünü temsil eden "İslam Teali"nin aktörleri olduğunu iddia ediyor. Irak ve Suriye'nin bölünmesinde rol oynayan ABD'nin, şimdi de "bölünmememiz için Kürtlerle birleşmemizi söylediğini" belirten Ertürk, bu söylemleri dile getirenleri "akıl, fikir ve vatanseverlik"ten yoksun olmakla eleştiriyor. Lozan Antlaşması'na düşmanlığın, hem iktidar hem de PKK/DEM tarafından sergilendiğini, PKK'nın Lozan ve 1924 Anayasası'nı sorunun kaynağı olarak görüp, öncesine dönmeyi hedeflediğini ve hatta mücadelesinin zaferle sonuçlandığını iddia ettiğini aktarıyor.
Muhalefetin Durumu ve Yanlış Stratejiler
Türker Ertürk, Türkiye'deki siyasi işlerin her geçen gün kötüye gittiğini, iktidarın giderek sertleşen ve daha fazla otokratikleşen bir tavır sergilediğini belirtiyor. Muhalefetin bu duruma karşı yetersiz kaldığını, "salt eleştiri modunda" sıkışıp kaldığını ve söylemlerinin ardında herhangi bir "koz" bulunmadığı için etkisiz olduğunu savunuyor. Ertürk'e göre, otoriter rejimlerle mücadele etmek için "yetkin bir akıl" ve "strateji" gerekiyor. Bu, diyalektik düşünsel faaliyetin, ders çalışmanın ürünü olmalı.
Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve diğer cumhuriyetçi, demokrasiden yana partilerin mevcut durumdaki rolünü kritik olarak değerlendiren Ertürk, CHP'nin bu "açılım" projesinin içinde asla olmaması gerektiğini, bunun kurucu değerlere "ihanet" anlamına geleceğini vurguluyor. Komisyona oturmanın dahi ihanet olduğunu iddia ediyor. CHP liderliğinin "Türk-Kürt kardeşliği" gibi söylemlerini yanlış bulduğunu, doğru ifadenin "Türk ulus kimliği altında tüm etnik, dinsel, mezhepsel yapıların eşit olduğu" olması gerektiğini dile getiriyor.
Yerel seçimlerde elde edilen başarının iki ana nedenini "Atatürk" ve "bu iktidara karşı duyulan nefret" olarak gösteren Ertürk, CHP'nin bu başarıyı doğru okuyamadığını ve bütünsel bir strateji inşa edemediğini düşünüyor. Muhalefetin "normalleşme tuzağına" gelmemesi gerektiğini, iktidara nefes aldırmaması gerektiğini, aksi halde belediyelere saldırıların geleceğini öngördüğünü belirtiyor. "Kırmızı kart" kampanyasını hatırlatan Ertürk, "normalleşmeye kim karar verdi?" diye soruyor. Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması gibi olayları muhalefetin strateji hatasına bağlayan Ertürk, adaylık işine girilmemesi konusunda daha önce uyarıda bulunduğunu söylüyor.
Ertürk, halen sürdürülen sert eleştirilerin yetmediğini, sonuç odaklı eylemlere ve bir stratejiye ihtiyaç olduğunu yineliyor. Muhalefetin acilen "geniş bir demokrasi bloğu" kurması gerektiğini, cumhuriyetten, kurucu ideolojiden, demokrasiden ve parlamenter sistemden yana olan tüm siyasi partileri, demokratik kitle örgütlerini, üniversiteleri, işçileri bir araya getirmesi gerektiğini öneriyor. Mücadelenin kişiler üzerinden değil, "hak, hukuk, adalet" ilkeleri ve değerler üzerinden yürütülmesi gerektiğini vurguluyor. DEM Parti'yi ise "tamamen dış güçlerin operasyon aygıtı haline geldiğini" iddia ederek eleştiriyor ve CHP'nin DEM ile değil, doğrudan halka, tüm etnik kökenlerden yurttaşlara yönelmesi gerektiğini savunuyor. Türkiye'nin etnik kimlikler üzerinden parçalanamayacağını, aksi takdirde bu coğrafyada yaşanamayacağını belirtiyor.
Ekonomik Çöküş ve Bağımsızlık Üzerindeki Baskı
Türker Ertürk, Türkiye ekonomisinin "iflas etmiş vaziyette" olduğunu ve düzelmesinin "imkansız" olduğunu dile getiriyor. Bu durumu, yalnızca ekonomik verilere değil, ülkenin temel sorunlarına bağlıyor. Bir ülkede hukuk yoksa ekonominin düzelemeyeceğini, yatırım olmayacağını ve paranın yurt dışına kaçırılacağını belirtiyor. İktidara yakın müteahhitlerin bile paralarını yurt dışına taşıdığını öne sürüyor.
Ekonominin kötüleşmesinin diğer nedenleri arasında "nitelikli insan gücü kaybı" ve "liyakat yerine sadakatin esas alınması"nı gösteriyor. En parlak gençlerin, üniversite ve kolej öğrencilerinin ağırlıklı olarak Almanya, Kanada, ABD ve İngiltere'ye gittiğini, ülkenin nitelikli insan gücünü feci şekilde kaybettiğini söylüyor. Aynı zamanda başka coğrafyalardan "niteliksiz insan gücü transfer edildiğini" iddia ediyor. Kamu yönetiminde liyakatin olmaması, nitelikli pozisyonların sadakat esaslı atamalarla doldurulmasının ülkenin sürdürülebilirliğini tehdit ettiğini belirtiyor.
Ertürk'e göre, "ekonomisi bağımlı, iflas etmiş, sıcak paraya ihtiyacı olan bir ülke bağımsızlığını ve saygınlığını koruyamaz." Ağır şantaj altında olduğunu iddia ettiği iktidarın, bu ekonomik durum nedeniyle tavizler vermek zorunda kaldığını düşünüyor. Türkiye'yi, mal varlığı olan ancak kumarda parasını bitiren ve kumar oynamaya devam etmesi için borç verilen birine benzeten Ertürk, ülkenin geleceğinin, torunların gelir kalemlerinin dahi satıldığını iddia ediyor. Sorunların bir günde oluşmadığını, çözümlerin de hızlı olmayacağını, bazı sorunların çözülmesinin nesiller alabileceğini ifade ediyor.
Aile Yılı Tartışması: Ekonomi ve Sosyal Sorunlar
Konuşmada kısa bir süre değinilen bir diğer konu ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2026-2035 yıllarını "Aile ve Nüfus Yılı" ilan etmesi ve doğum oranlarının düşmesinin ekonomik sorunlarla ilgili olmadığına dair sözleri oldu. Programdaki diğer konuşmacılardan biri (Asla Hanım veya Gülşe Hanım), bu ifadenin "empatiden yoksun" olduğunu ve çocuk sahibi olamayan insanları incittiğini belirtti. Doğum oranlarındaki düşüşün sadece ekonomik değil, sosyal nedenleri de olduğunu, insanların çocuklarını güvenli bir ortamda büyütebilme endişesi taşıdığını, yeni doğan çetesi gibi olayların ve otel yangınlarında çocukların hayatını kaybetmesinin bu endişeleri artırdığını dile getirdi.
Acil Eylem Çağrısı
Emekli Amiral Türker Ertürk, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumun son derece kritik olduğunu, ülkenin bir yol ayrımında olduğunu ve çözülme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu yineliyor. Bu gidişatı durdurmak için muhalefetin, özellikle de CHP'nin, "Atatürk'ün partisi" olarak kurucu ideolojiye, üniter yapıya, ulus devlete ve Lozan'a kategorik olarak sahip çıkması, halka doğruyu anlatması ve yetkin bir stratejiyle topyekûn bir mücadele başlatması gerektiğini savunuyor. Aksi takdirde, Türkiye Cumhuriyeti'nin büyük bir tehdit altında olacağını belirterek sözlerini tamamlıyor.