Erdoğan'ın İktidar Stratejisindeki Çarpıcı Dönüşüm!
Son 10 yılda AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaşadığı siyasi metamorfoz, beklenmedik kayıplar ve iktidarı sürdürme yolunda atılan sıra dışı adımlar. Bu haber, Türkiye'nin son dönem siyasetine ışık tutan gizemli dönüşümü tüm detaylarıyla gözler önüne
Türkiye siyaset sahnesinde son on yılda yaşanan değişim, pek çok analistin ve gözlemcinin dikkatini çeken, hatta şaşkınlığa sürükleyen bir bilmeceye dönüştü. Bir zamanlar sandıktan büyük bir güçle çıkan AK Parti ve lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iktidar yolculuğu, zaman içinde beklenmedik sapmalara uğradı. Ruşen Çakır'ın derinlemesine analiziyle bu büyük dönüşümün ve iktidarı elde tutma çabasının ardındaki sır perdesini aralamaya hazırlanıyoruz. Bu çarpıcı haberin devamında, AK Parti'nin altın çağının nasıl eriyip gittiğini ve Türkiye siyasetinin bugünkü çehresini hangi kritik olayların belirlediğini, adım adım ortaya koyacak ve en temel sorulara yanıt arayacağız. Haberimize www.avazturk.com adresinde olduğu gibi, sadece yüzeysel bir bakış değil, çok daha derin bir perspektif sunacağımızı belirtmek isteriz.
2015 Seçimleri: Yükselişin Zirvesi ve İktidarın Kader Anı
Ruşen Çakır'ın Medyascope TV'deki yorumlarına göre, Türkiye'nin yakın siyasi tarihindeki en kritik dönüm noktalarından biri, 2015 yılında art arda yaşanan iki seçimdi. Haziran 2015'te yapılan ilk seçimde AK Parti, tek başına iktidar olma şansını kaybetti. O dönemde parti genel başkanı Ahmet Davutoğlu idi ve Türkiye, bir koalisyon hükümetiyle yönetilmesi gereken bir döneme girmişti. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "bir şekilde allem edip kallem etmesi" olarak nitelendirilen manevralarıyla ülke, Kasım ayında yeniden seçime götürüldü. Çakır, Haziran'dan Kasım'a kadar geçen bu süreci, bilmeyenler için abartılı olabilecek olsa da, Türkiye'nin adeta "kan gölüne döndüğü" bir dönem olarak tanımlıyor. Ülkenin güneydoğusunda yaşanan çatışmalar, büyük şehirlerde IŞİD tarafından düzenlenen, çok sayıda sivilin katledildiği terör saldırıları, bu döneme damgasını vuran olaylar arasındaydı.
Bu atmosferde girilen Kasım 2015 seçimlerinde, AK Parti önceki seçime göre oylarını 8.6 puan artırarak %49.5-50 gibi büyük bir oy oranına ulaştı. Bu oran, neredeyse %50'ye denk geliyordu. Aynı seçimde Cumhuriyet Halk Partisi %25 civarında, MHP %12 civarında ve HDP %11 civarında oy alırken, diğer hiçbir parti %1 barajını bile geçemedi. Çakır, on yıl önce, yani 2015 itibarıyla, AK Parti'nin neredeyse %50'lik oyuna %12'lik MHP desteği eklendiğinde, bugünkü Cumhur İttifakı'nın %60-62 gibi yüksek bir oy oranına sahip olduğunu vurguluyor.
Başkanlık Sistemi ve Tek Adam İktidarının Yükselişi: Güç Kazanırken Toplumsal Desteği Kaybetmek
2015 sonrası on yıllık süreçte Türkiye, başkanlık sistemine geçti, bir darbe girişimi yaşandı ve Fethullahçılarla büyük bir "savaş" içine girildi, ardından OHAL dönemi geldi. Ruşen Çakır'ın ifadesiyle, bu dönemlerde "köşeye sıkıştırılmak istenen Erdoğan, karşı saldırılarla bunu püskürttü ve gücünü artırdı". Ancak bu güçlenme, beraberinde çarpıcı bir paradoksu getirdi: "Erdoğan devlet içerisindeki gücünü arttırmakla birlikte toplumsal desteğini koruyamaz hale geldi". Adım adım, yaşanan tüm bu süreçlerde Erdoğan, "tek adam iktidarını" güçlendirdi. Özellikle 15 Temmuz'un ardından Bahçeli'yi yanına alarak Cumhur İttifakı'nı şekillendirdi ve tüm perspektifini "beka meselesi" ve "güvenlik meselesi" üzerinden kurgulamaya başladı.
Fakat bu strateji, Çakır'a göre, iktidarın "inişe geçmesine" neden oldu. Haziran 2015'teki %60'a yakın AK Parti + MHP oylarının aksine, bugün itibarıyla kamuoyu araştırmalarında, örneğin dün ele alınan Panorama TR araştırmasında, AK Parti'nin oyu %30, MHP'nin oyu ise %5 civarında gözüküyor. %18'lik kararsızların yarısı dahi iktidar bloğuna eklense, toplam oy %43 civarında kalıyor. Bu durum, Çakır'ın deyişiyle, bugün Türkiye'de "azınlığın iktidarı" olduğunu, yani Cumhur İttifakı'nın fiilen "muhalefete düşmüş" durumda olduğunu, ancak hala iktidarda bulunduğunu gösteriyor. Ruşen Çakır, bu 10 yıllık süreçte kurulan tek adam iktidarıyla birlikte AK Parti'nin kendi ayakları üzerinde durma imkanının her geçen gün azaldığını, partinin etkisinin "iyice azaldığını", hatta "büyük ölçüde yok hükmünde bir parti haline geldiğini" belirtiyor. Bakanların etkisi tamamen azaltıldı; Erdoğan'ın tek bir işaretiyle bakan olunduğu ya da bakanlık kaybedildiği, aşağıdan yukarıya gelebilen kimsenin olmadığı, öne çıkan isimlerin seçilmiş değil atanmış kişiler olduğu görülüyor. Bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti'nin en temel özelliklerinden biri olan seçimin anlamı iyice boşaltıldı, meclis içi boşaltıldı, AK Parti ve Meclis tamamen etkisizleştirildi.
Siyaset Tıkandığında Yargının Eli: İktidarın Yeni Yöntemi ve Toplumsal Yankıları
Ruşen Çakır, tüm bu "tek adam iktidarı" konsolidasyonunun, Erdoğan'ın temel meselesi olan iktidarı korumaya yetmediğini fark ettiğini öne sürüyor. Siyaseten bir şey yapamadığı, kendi kendini felç ettiği noktada, Erdoğan'ın bütün yükü yargıya yüklediğini belirtiyor. Artık "AK Parti iktidarı, Erdoğan iktidarı savcılar, yargıçlar eliyle faaliyet yürüten bir iktidar haline geldi".
Çakır, Medyascope'un günlük yayın akışına dikkat çekerek, gündem maddelerinin %70'inin yargıyla ilgili olduğunu ifade ediyor: gözaltına alınanlar, mahkemeye çıkanlar, tutuklanma ve ifade haberleri, etkin pişmanlık ifadeleri. Bu durum sadece belediye başkanları için geçerli değil; gazeteciler (Fatih Altaylı olayı), menajerler (Ayşe Barım), hatta Boğaziçi Üniversitesi'nde diplomasını yırtan bir genç veya Leman dergisi gibi yayınlar için de geçerli. Çakır'a göre, Erdoğan ve AK Parti, "her yere yargı eliyle devletin şiddet tekelini kullanma yoluyla müdahil olmaya çalışan ve bütün itirazları, muhalefetleri yargı eliyle sindirmeye çalışan" bir yapıya büründü.
Ancak Çakır, siyasetin bir yerden sonra sokakta, insanlarla yapıldığını ve bu "korkutmayla" bu işin ne kadar sürdürülebileceği sorusunun akıllara geldiğini vurguluyor. Özgür Özel'in hakkında fezleke yollanması üzerine "bir ben kalmıştım, beni de alın" sözleriyle dile getirdiği "herkesi mi içeri alacaklar?" sorusu, bu durumun düğüm noktası.
Siyasetin Sonu mu? Erdoğan'ın Tükenişi ve Yeni Bir Dönemin İhtimali
Ruşen Çakır, birçok kişinin Türkiye'de artık iktidarların seçimle değişmeyeceğini söylediğini, ancak kendisinin bu görüşe karşı çıktığını belirtiyor. Ona göre, "bu iktidar seçimle değişmez" lafını ettiren şey, Erdoğan'ın "siyaseten tükenmiş olduğunu" kabul etmek anlamına geliyor. Bu, Erdoğan'ın siyaseten iktidarını koruyamadığı için başka yollarla iktidarını koruyacağı düşüncesidir.
Peki, nedir bu tükeniş? Çakır'ın analizine göre, Erdoğan artık insanları yanına çekemiyor, onlara bir vizyon sunamıyor ve kendisini taşıyacak, sorunlarını aşacak kadrolara sahip değil. Dahası, kadrolara ihtiyacı olduğunu kabullenmek istemiyor ya da kabullense bile bu kadroları yaratma perspektifi "eşyanın tabiatına aykırı".
Bu durum, iktidarın kendi kendini felç etme sürecidir. Bir zamanlar sandıktan fışkıran oy oranları, bugün yarıya inmiş durumda. Parlamentoyu ve partiyi etkisizleştiren, yargıyı siyasetin aracı haline getiren bu strateji, Ruşen Çakır'ın yorumladığı üzere, iktidarı korumak için uygulanan ancak sonuçta siyasi bir tükenişe yol açan bir yolculuktur. Evet, bu hikaye, iktidarın mutlak gücü elde etmek uğruna siyasetin temel dinamiklerinden nasıl koptuğunu ve bu kopuşun kaçınılmaz olarak bir tükenişle sonuçlandığını gözler önüne seriyor. Bu nedenle, Türkiye'de iktidarın geleceği, artık sadece sandıkta değil, aynı zamanda siyasetin sokaktaki nefesinde ve yargı koridorlarındaki sessiz yankılarında aranıyor. Bu büyük dönüşümün ve iktidarın geleceğinin ne yöne evrileceği sorusu, www.avazturk.com okuyucularının da üzerinde düşüneceği en kritik sorulardan biri olmaya devam ediyor.