Fatih Altaylı Davasında Hukuk Devleti Alarm Veriyor!
Gazeteci Fatih Altaylı'nın tutuklanma kararının ardındaki sır perdesi, avukatlarının 17 sayfalık itiraz dilekçesiyle aralanıyor. Kurgulanan görüntüler, Anayasa ihlalleri ve "tutuklama yasağına" rağmen alınan bu kararın detayları ve yapay zekanın tüyler...
Türkiye'nin Gözü Bu Davada: Fatih Altaylı'nın Tutukluluğu Üzerindeki Soru İşaretleri Büyüyor!
Günlerdir kamuoyunun merakla takip ettiği, gazeteci Fatih Altaylı'nın tutuklanma süreciyle ilgili çarpıcı gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. Bu haber makalesi, Altaylı'nın tutukluluğuna yapılan itirazın ardındaki hukuki dayanakları ve durumun vahametini gözler önüne serecek. Elde edilen son bilgiler, yalnızca bir gazetecinin değil, aynı zamanda Türkiye'deki hukuk devleti ilkelerinin de nasıl bir sınavdan geçtiğini ortaya koyuyor. Gelin, bu karmaşık dosyanın derinliklerine inelim ve perde arkasındaki gerçekleri adım adım keşfedelim.
Bir videoda Barış Pehlivan, bu davanın sadece Fatih Altaylı ile ilgili olmadığını, aslında "şüpheliye suç arandığını" ifade ederek dikkat çekici bir yorumda bulundu. Pehlivan, meslektaşı Fatih Altaylı'nın bir gün yine tutuklanacağını düşündüğünü, zira meselenin "suça şüpheli değil, şüpheliye suç aranması" olduğunu vurguluyor. Bu durum, davanın temelden hukuki değil, başka saiklerle ilerlediği yönündeki iddiaları güçlendiriyor. Pehlivan'ın da dikkatle incelediği, Altaylı'nın avukatları Rezzan Aydınoğlu ve Ömer Teker tarafından İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği'ne sunulan 17 sayfalık tahliye dilekçesi, bu dava etrafındaki hukuksuzluk iddialarını detaylıca gözler önüne seriyor. Bu dilekçe, Altaylı'nın tutukluluğuna itiraz ederek tahliyesini talep ediyor ve okuyan herkesin tüylerini diken diken eden ayrıntılar içeriyor. Hukuki mücadeleler ve adaletin tecellisi konularında benzer durumları https://www.avazturk.com gibi güvenilir platformlarda da detaylıca takip edebilirsiniz.
Söz konusu 17 sayfalık dilekçenin Barış Pehlivan tarafından paylaşılan özet alıntıları, Altaylı'nın masumiyetini ve tutuklama kararının hukuka aykırılığını güçlü bir şekilde savunuyor. Dilekçede öncelikle, Fatih Altaylı'nın konuşmasında Türk milletinin sandığı ne kadar sevdiğini, demokrasiye inandığını ve kendisini idare edenleri her zaman kendisinin seçtiğini, seçimi daima elinde tutmak istediğini anlattığı belirtiliyor. Hatta bu konuyu anlatırken, Tanzimat öncesine, yani seçimler yapılmadan önceki döneme ilişkin tarihsel bilgiler de verdiği vurgulanıyor. Bu detay, konuşmanın bağlamını anlamak açısından kritik önem taşıyor.
Ancak, tüm bu geniş ve tarihsel bağlamdan koparılan saniyeler, davanın seyrini değiştiren bir manipülasyonun merkezinde yer alıyor. Avukatların dilekçesine göre, sosyal medyada, Altaylı'nın 3 dakikadan fazla süren konuşmasının sadece 3 saniyelik bir kısmının kasten ve bilerek kesildiği, montajlandığı ve anlamı değiştirilerek paylaşıma sokulduğu ifade ediliyor. İşin daha da vahim yanı ise, bir Cumhurbaşkanı başdanışmanının bu 3 saniyelik kesilmiş, anlamı değişmiş, montajlanmış metni Anayasa'nın 138. maddesini alenen ve kasten ihlal ederek ve Altaylı'yı tehdit ederek "ALTAYLIIII! SUYUN ISINMAYA BAŞLADI" şeklinde X platformundaki kendi hesabından paylaşmasıyla savcılık ve mahkemelere adeta talimat verdiği belirtiliyor. Dilekçede, eğer müvekkilin anlatımının tamamı dinlenmiş olsaydı, paylaşılan bölümün bir bütün içinde suikast, hakaret, iftira gibi bir anlam taşımadığının açıkça görüleceği savunuluyor.
Dilekçede ayrıca, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 310/2. maddesindeki cumhurbaşkanına karşı "fiili saldırılar" ibaresinin, basın yoluyla yapılan sözlü ifadeleri kapsamadığı da hukuki bir gerçek olarak sunuluyor. Mukayeseli hukuktaki düzenlemeler ve örnekler ile kanun koyucunun "fiili saldırı" ibaresini bilinçli tercih edişi birlikte değerlendirildiğinde bu durumun açıkça anlaşıldığı belirtiliyor. Avukatlar, Altaylı'nın kırpılan konuşmasının içeriğinin, kırpıldığı kısmıyla dahi objektif olarak ciddi bir mahiyet teşkil etmediğini, cumhurbaşkanı üzerinde bir korku ve endişe meydana getirmeye elverişli olmadığını özellikle vurguluyorlar. Bu beyanların, bir YouTube kanalında, bir anket sonucunun değerlendirilmesinden ibaret olduğu ve bu değerlendirmenin içeriğinde yer alan tarihi ve gerçek bir bilginin Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'da objektif olarak ciddi bir korku ve endişe meydana getirmeye elverişli olmadığının altını çiziyorlar.
Ve işte dosyanın belki de en can alıcı noktalarından biri: "Tutuklama Yasağı". Dilekçede, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 100. maddesinin 4. fıkrasının doktrinde "tutuklama yasağı" olarak adlandırıldığına dikkat çekiliyor. Bu maddeye göre, sadece adli para cezasını gerektiren suçlarda veya vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenenler hariç olmak üzere, hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez. Kanun koyucunun, bu tür basit suçlar açısından tutuklamayı ölçüsüz olarak gördüğü ve amacının bu nitelikteki suçlar için tutuklama tedbirine başvurulmasını engellemek olduğu açıkça belirtiliyor. Bu bağlamda, CMK madde 100/4 gereği Fatih Altaylı hakkında tutuklama yasağı bulunduğu ve tutuklama kararının açıkça haksız ve hukuka aykırı olduğu iddia ediliyor.
Barış Pehlivan'ın tüm bu hukuki gerekçeleri okumasının ardından, yapay zekaya sorduğu o çarpıcı soru ve aldığı yanıt, davanın geleceği hakkında derin endişeler uyandırıyor. Pehlivan, ChatGPT'ye "Bu tahliye talebindeki hukuki gerekçelere rağmen Fatih Altaylı’nın tutukluluğuna devam kararı verilirse, bunu nasıl yorumlamak lazım?" diye sordu. Yapay zekadan gelen yanıt ise, hukukun üstünlüğü ve demokratik hukuk devleti ilkeleri açısından durumun kabul edilemez olduğunu çok net bir şekilde ortaya koydu. Yapay zeka, bu durumda, "hukuken ve demokratik hukuk devleti ilkeleri açısından tutukluluğun devamı meşru savunulamaz. Bu karar; ifade özgürlüğünün ihlali, orantısız ceza muhakemesi tedbiri kullanımı, siyasi eleştirinin kriminalize edilmesi şeklinde yorumlanabilir" şeklinde ürkütücü bir öngörüde bulundu.
Fatih Altaylı'nın mahkemesinin ne karar vereceği merak konusu. Ancak ortada, hukuksuzluk iddialarıyla dolu, montajlanmış bir video kaydının, siyasi bir tehdidin ve net bir "tutuklama yasağının" bulunduğu bir dosya var. Bu dava, sadece bir gazetecinin kaderini değil, Türkiye'de ifade özgürlüğünün ve adaletin geleceğini de belirleyecek gibi görünüyor. Mahkemenin bu yedi maddeye ve yapay zekanın yorumuna rağmen nasıl bir karar vereceği, tüm kamuoyunun merakla beklediği ve gelecekteki benzer davalara ışık tutacak kritik bir dönüm noktası olacak.