Gerçek Hesaplaşma Sandıkta mı Yaşanacak?

Gerçek Hesaplaşma Sandıkta mı Yaşanacak?

Türkiye, ekonomik krizlerden belediye operasyonlarına, yargıdaki atamalardan anayasa tartışmalarına uzanan çoklu bir kriz sarmalında. Peki, bu hareketliliğin ardında yatan asıl hedef ne? Ülkenin geleceği ve sandığın kaderi bu süreçte nasıl şekillenecek?

Değerli okuyucular, Türkiye günlerdir nefes kesen olaylar zinciriyle sarsılıyor ve bu haberlerin hızı adeta takip etmeyi imkansız hale getiriyor. Sunucu Lale Özan Arslan'ın da ifade ettiği gibi, "o kadar çok şey aynı gün içinde oldu ki". Ayşe Barım davasından Bolu Kartalkaya'daki otel yangını duruşmasına, Dem Parti ile AKP arasındaki İmralı sürecine ilişkin görüşmelerden belediyelere yönelik devam eden operasyonlara ve ne yazık ki şehit haberlerine kadar pek çok kritik gelişme aynı güne sığdı. Ancak uzmanlar, yaşanan bu olağanüstü hareketliliğin sadece günlük olaylardan ibaret olmadığını, çok daha derin bir stratejinin parçası olduğunu belirtiyor. Doçent Doktor Fatih Yaşlı'nın değerlendirmelerine göre, bu hareketliliğin azalma ihtimali bulunmuyor; zira iktidar uzunca bir süredir "sürekileşmiş bir krizi" ve "sürekileşmiş bir kutuplaşma siyasetini" yönetim taktiği olarak kullanıyor. Türkiye, pedal çevirmezse düşeceğini bilen bir iktidarın sürekli yeni gündemler ve kutuplaşmalar yaratma zorunluluğu içinde olduğu bir dönemi deneyimliyor ve bu durum, www.avazturk.com olarak da dikkatle takip ettiğimiz üzere, daha büyük bir resmin devamı niteliğinde.

Doçent Doktor Fatih Yaşlı, son birkaç senedir Türkiye'de sistemin çoklu bir kriz yaşadığını vurguluyor. Yaşlı, bu krizin en belirgin boyutlarından birinin ekonomik olduğunu belirtiyor. Başta Korkut Boratav gibi önemli iktisatçıların da dile getirdiği "bölüşüm şoku" veya "bölüşüm krizi" olarak tanımlanan bu durum, gelir dağılımının hızla altüst olmasına neden oldu. Üretilen zenginliğin çok önemli bir kısmının en tepedeki küçük bir azınlığın eline geçtiğini ifade eden Fatih Yaşlı, geriye kalan geniş kitlelerin ise asgari ücret veya ona yakın maaşlarla geçinmek zorunda kaldığını ekliyor. Resmi işsizlik verilerinin aksine, iş aramaktan vazgeçenler de dahil edildiğinde "geniş işsizlik" oranının %30'lara yaklaştığını, genç işsizliğinin ise %15 seviyelerinde olduğunu kaydediyor. Düşmeyen enflasyon ve artan işsizlikle birlikte gelir dağılımındaki bu bozulma, Yaşlı'ya göre, ekonomik krizin temelini oluşturuyor.

Ancak Fatih Yaşlı'nın dikkat çektiği üzere, mesele sadece ekonomik krizle sınırlı değil. Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçildikten sonra iktidarın giderek artan bir "meşruiyet krizi" ve "hegemonya krizi" yaşadığı gözlemleniyor. Eskiden topluma anlatacak bir hikayesi olan ve geniş kesimleri bir araya getirebilen iktidarın artık bu yeteneğini yitirdiğini ifade eden Yaşlı, oylarının %30'un altına düştüğünü ve genç seçmeni ikna edemediğini dile getiriyor. Adil ve eşit bir seçim yapılması durumunda kazanma ihtimali olmayan bir iktidardan söz edildiğini belirten Yaşlı, bu nedenle "sürekli olarak çubuğu zora, kuvvete, güce doğru büken, halka yargı üzerinden özellikle sopa gösteren bir iktidar" profilinin ortaya çıktığını söylüyor.

Fatih Yaşlı'nın analizine göre, bu durumun en somut sonuçlarından biri de belediyelere yönelik operasyonlar. Yaşlı, muhalefetin iktidar adayına, yani Cumhurbaşkanı adayına, adım adım gidildiğini, ardından ise Antalya Belediye Başkanı'nın gözaltına alınıp tutuklandığını ve görevden uzaklaştırıldığını, Adıyaman ve Adana belediye başkanlarının da gözaltında olduğunu hatırlatıyor. Yaşlı, bu operasyonların cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ötesinde, topyekün olarak sandığı ortadan kaldırma stratejisine dayandığını ifade ediyor. Fatih Yaşlı, aylar önce bu programda ve başka platformlarda bu stratejinin adını "seçimsizleştirme" olarak koyduğunu belirtmişti. Bu kavram, seçimlerin resmi olarak kaldırılmadığı, ancak iktidarın kazanamayacağı bir seçimin fiilen yapılmadığı, sandıktan hangi sonuç çıkarsa çıksın iktidarın arzuladığı sonuç olduğu "Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan tarzı bir rejim" kurulma isteğini ifade ediyor.

AKP'nin zaten "rejim inşa eden bir parti" olduğunu söyleyen Fatih Yaşlı, şimdi bu rejim inşasının yeni bir aşamasına gelindiğini belirtiyor. Yaşlı'ya göre, bu uzun vadeli planın temelinde, muhalefetin yokluğu, sandığın fiilen yok edilmesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "ömrü vefa edene kadar" o koltukta oturması hedefi yatıyor. Yaşlı, Kürtlerle barış sürecini, belediyelere yönelik operasyonları ve hatta AKP içindeki kısmi itirazları bile bu büyük resmin içine dahil edilebileceğini kaydediyor. Sunucu Lale Özan Arslan'ın "Bu hareketlilik bitecek mi ya da azalacak mı?" sorusuna karşılık, Fatih Yaşlı, böyle bir ihtimalin olmadığını, Türkiye'nin istikrarlı ve durağan bir döneme geçme şansının bulunmadığını yineliyor. İktidarın yıllardır yaprak kımıldamasın diye sendikaları, emek hareketini, öğrenci hareketini bastırdığını, muhalefeti böldüğünü ve parçaladığını hatırlatan Yaşlı, ancak 19 Mart'ta insanların sadece CHP ya da Ekrem İmamoğlu için değil, "iktidarın kendilerine reva gördüğü bu hayata itiraz ettikleri" için sokaklara çıktıklarını ve sokağın yeniden meşru bir siyaset yapma biçimi olarak geri döndüğünü belirtiyor.

Fatih Yaşlı, özellikle Gezi olaylarından sonra yaklaşık on yıl boyunca hem AKP'nin hem de dönemin CHP yönetiminin sokağı siyasetin dışına taşıdığını, sokakta olmayı bir suç olarak gösterdiğini ancak 19 Mart'ta İstanbul Üniversitesi'ndeki öğrencilerin barikatı yıktığında sokağın önüne kurulan barikatın da yıkıldığını ve sokağın tekrar siyasetin bir parçası haline geldiğini söylüyor. Bu çoklu kriz ortamında iktidarın "Ben sonsuza kadar burada oturacağım ve siz de buna itiraz etmeyeceksiniz" mesajını verdiğini ifade eden Yaşlı, muhalefetin, özellikle de Özgür Özel yönetimindeki CHP'nin, "teslim olmayacağına dair bir irade beyanında" bulunmasını "çok kıymetli" görüyor. Yaşlı, geçen sene Özgür Özel'in "normalleşme siyasetini" eleştirdiklerini ancak şimdi doğru bir hatta durduğunu, siyasetçilerle kişisel bir çıkar ilişkisi olmaksızın objektif değerlendirmeler yaptıklarını vurguluyor. Lale Özan Arslan da geçmişteki yorumlarla şimdiki durumu karşılaştırmanın "intikam alma gibi bir durumdan söz edemeyeceğimizi" ve objektif kalmanın önemini belirtiyor.

Fatih Yaşlı, Özgür Özel'in "Bana siyasi rüşvet veriyorsunuz, ben bunu kabul etmiyorum. Bana İmamoğlu'nu sat gel Ankara'da siyaset yap diyorsunuz, ben bunu kabul etmiyorum. Siz sandığı çalmak istiyorsunuz, ben sandığın çalınmasına izin vermeyeceğim" şeklindeki mesajlarını değerli, kıymetli ve önemli buluyor. Yaşlı, Özgür Özel'in Mısır örneğiyle, Tahrir Meydanı'ndaki demokratik halk tepkisini işaret ettiğini, bunun bir darbe çağrısı olmadığını özellikle vurguluyor. Bu direnme hattının, iktidarın her istediğini yapmasını engellediğini, örneğin İmamoğlu'nu cezaevine atarken İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) kayyum atanamadığını, CHP kurultayının iptal edilemediğini ve iktidarın dengeleri gözetmek zorunda kaldığını belirtiyor. Ancak Yaşlı, bu olumlu duruşun eksikleri olmadığı anlamına gelmediğini de ekliyor. Yaşlı, haftada bir il ve bir ilçe mitinglerine dayalı mevcut "eylemlilik sürecinin" yaratıcı ve daha kitlesel eylemlilik biçimlerine taşınmazsa sürdürülebilir olmadığını net bir şekilde dile getiriyor.

Önümüzdeki süreçte iktidarın daha da sertleşeceğini, İstanbul emniyetinde ve yargıda yapılan atamaların bunun işaretleri olduğunu belirten Fatih Yaşlı, "polis ve yargıda" halka daha fazla sopa gösterileceğinin sinyalleri olduğunu ifade ediyor. Yaşlı, "Teslim olmuyoruz demek çok önemli, fakat bir süre sonra artık bu 19 Mart'tan beri rutinleşmiş eylem biçimlerinin yerine nelerin ikame edileceği, üniversiteli gençliğin, emekçilerin, sendikaların mobilize edilmesi midir ve bunların içeriğinin nasıl doldurulacağıdır" sorularını soruyor. Fatih Yaşlı, esas meselenin "ekmek meselesi" olduğunu vurgulayarak, insanları sadece "ülkeye diktatörlük geliyor" diyerek hareketlendirmenin mümkün olmadığını, toplumun işsizlik, açlık, yoksulluk gibi çok güncel sorunları olduğunu belirtiyor. Bu nedenle, Türkiye'nin "demokrasi mücadelesini ekmek mücadelesi ile birleştirecek bir siyasi hatta" ihtiyacı olduğu değerlendirmesini yapıyor.

Lale Özan Arslan'ın geçmişteki özgürlük ortamıyla bugünkü baskıcı rejimi karşılaştırması üzerine, Fatih Yaşlı, Türkiye'nin 12 Eylül ve 12 Mart gibi baskıcı dönemler gördüğünü ancak bugünkü durumun çok daha "rafine, kristal, incelikli bir baskı rejimi" olduğunu belirtiyor. Yaşlı, iktidarın sadece susturmadığını, aynı zamanda "bizim lehimizde konuşacaksınız" dediğini, "faşizmin susturmak değil, konuşma mecburiyeti" olduğunu Batılı bir düşünürün sözleriyle açıklıyor. Ayrıca, Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP'nin 13 yıl boyunca iktidarın karşısında gerçek bir muhalefet örgütleyemediği eleştirisini de dile getiriyor.

Yeni anayasa tartışmalarına gelince, Fatih Yaşlı, 12 Eylül Anayasası'nın artık onlarca maddesi değiştirildiği için o olmaktan çıktığını ve bir ülkenin en öncelikli meselesinin hiçbir zaman anayasa olmadığını belirtiyor. Yaşlı, "Yarın ben dünyanın en iyi anayasasını yazarım ve diyelim ki meclisten geçiririz ama bunun tek başına Türkiye'ye hiçbir faydası olmayabilir" yorumunu yapıyor. Anayasaların halkın rızası, geniş katılım ve toplumsal tartışmalarla yapılması gerektiğini, ancak Türkiye'de böyle bir ortamın olmadığını ifade ediyor. Yaşlı'ya göre, yeni anayasa arayışının en güncel ve pragmatik nedeni, Erdoğan'ın ömrü vefa edene kadar o koltukta oturması için yazılması gereken maddenin yazılmasıdır. Bunun için erken seçim kararının meclisten 360 oyla geçirilmesinin zorluğunu hatırlatan Yaşlı, iktidarın bu hedefi DEM Parti üzerinden gerçekleştirmeye çalışabileceğini, CHP'nin masanın dışında kalması durumunda dahi 400 vekile ulaşma arzusunun bulunduğunu belirtiyor.

Ancak Fatih Yaşlı, yeni anayasa meselesinin sadece Erdoğan'ın görev süresini uzatma hedefinden ibaret olmadığını, daha derin bir "tarihsel" nedeni olduğunu açıklıyor. Yaşlı'ya göre, Erdoğan'ın tarihsel olarak geldiği yer itibarıyla, Necip Fazıl, Kadir Mısıroğlu ve Necmettin Erbakan'ın öğrencisi olarak, 1923 Cumhuriyeti'nin kurucu felsefesini mutlak anlamda yıkmak istediğini ifade ediyor. Yaşlı, bunun Türkiye'yi ortadan kaldırmak anlamına gelmediğini, ancak "siyasal İslam'ın Türkiye'de tırnak içinde yeni bir hikaye yazmak istediğini", "yeni bir rejim anayasası da olan yeni bir rejim kurmak istediğini" ve Erdoğan'ın kendisini "ikinci kurucu" olarak gördüğünü söylüyor. Yaşlı, Erdoğan'ın kendisini Mustafa Kemal Atatürk'le kıyaslayarak, onun kurduğu rejimin tamamen karşıtı bir rejimi kendi kuruculuğuna benzer bir şekilde kurabileceğine inandığını belirtiyor. Bu, siyasal İslam'ın bilinçaltında en az 70 yıldır var olan bir ütopya olarak değerlendiriliyor ve Erdoğan, bu işi yapabilecek son kişi olarak görülüyor.

Fatih Yaşlı, PKK'nın silah bırakması meselesinin gerçekleşmesi durumunda, bunun iktidar ve DEM Parti arasında bir araya gelme ihtimalini güçlendireceğini ve meclis açıldıktan sonra komisyonlar kurularak anayasal değişikliklerin gündeme gelebileceğini belirtiyor. Yaşlı, PKK'nın silah bırakmasının her durumda iyi olduğunu, insanların ölmemesi gerektiğini vurgularken, "silah bırakma denilen şeyin, barış denilen şeyin kendisinin bu ülkenin geleceğinin ipotek altına alınmasına itiraz ediyoruz" diyerek, bunun iktidarın sonsuza dek varlığını sürdürme projesiyle çıkılmaması gerektiğini ifade ediyor. Yaşlı, ayrıca DEM Parti'nin mevcut pozisyonunun, "çözüm süreci" olmasaydı daha sert bir muhalefet izleyip izlemeyeceği sorusunu gündeme getirdiğini, şu an biraz daha "nötrleştirilmiş, tarafsızlaştırılmış" bir pozisyonda olduğunu ekliyor.

Doçent Yaşlı, dış politika gelişmelerinin de iç siyasetle iç içe geçtiğini belirtiyor. ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi'nin Türkiye için "model Osmanlı" olabileceği yönündeki açıklamalarını, "bütün etnik ve dini grupların bir arada yaşadığı, ulus devlet değil bir tür imparatorluk zihniyetiyle yönetilen bir devlet anlayışı" olarak yorumluyor. Ancak Yaşlı, bunun Türkiye için "tuzak" olduğunu, emperyalist güçlerin büyüyen değil küçülen devletler istediğini, bu "büyüme adı altındaki siyasi rüşvetin" aslında Ortadoğu'daki rejimlerin değiştirilip çok daha küçük devletçiklerin ortaya çıkarılması ve bunların hepsinin emperyalizme hizmet etmesiyle ilgili olduğunu vurguluyor. Fatih Yaşlı, Türkiye'nin giderek daha "Amerikancılaştığını", S400'lerden vazgeçip F35 projesine dönme, İran'ı baypas etme gibi adımların ABD'nin Rusya ve Çin'i kontrol etme projesinin parçası olduğunu belirtiyor. Yaşlı, Erdoğan'ın ABD'ye "Bak ben senin çıkarların doğrultusunda hareket ediyorum ve dolayısıyla benim burada muhalifleri sindirmeme, muhalefeti ortadan kaldırmama herhangi bir şekilde itiraz etme, senin çıkarlarını bu coğrafyada en iyi hayata geçirebilecek iktidar benim" mesajını verdiğini ve ABD'den de bunun karşılığında iktidarın desteklenmesini isteyeceğini söylüyor.

Doçent Doktor Fatih Yaşlı'ya göre, dünya genelinde de "tek adam sisteminin yaygınlaştırılması" ve "diktatoryal" veya "neofaşist" bir evreye girilmiş durumda. Trump, Bolsonaro, Orban, Putin, Erdoğan gibi liderlerin aynı siyasi yelpazenin temsilcileri olduğunu belirten Yaşlı, ABD'nin küresel rolünü yavaş yavaş kaybettiğini ve Çin'i durdurmanın en önemli öncelik olduğunu ifade ediyor. Bu bağlamda, Rusya ve İran gibi Çin'in müttefiklerinin rejimlerinin değiştirilmesinin hedeflendiği bir paylaşım mücadelesinin yaşandığını dile getiriyor. Batı emperyalizminin daha çok silahlanma, işgal ve yayılma talep ettiğini, savunma harcamalarının aslında savaş harcamaları olduğunu ve artırılmak istendiğini belirtiyor. Yaşlı, dünyadaki krizin temelinde, üretilen zenginliğin emperyalist devletler arasında paylaşılamaması olduğunu, güçlü sosyalist ve komünist partilerin, barış hareketlerinin eksikliğinin de bu gidişatı tetiklediğini söylüyor. Yaşlı, insanlığın ya bu gidişatı görüp daha eşitlikçi, adil ve barış yanlısı bir küresel siyaset geliştireceğini ya da "daha distopik, daha karanlık bir yüzyıla doğru" adım adım gideceğini ifade ediyor.

Bu karmaşık tabloda, Lale Özan Arslan'ın da yönelttiği üzere gençliğe ve tüm memleket insanına düşen görevin ne olduğu sorulduğunda, Fatih Yaşlı'nın net cevabı: "iradenize, geleceğinize, memleketinize sahip çıkın". Zira şu an yaşanan şey, Fatih Yaşlı'nın ifadeleriyle, "halkın iradesinin doğrudan gaspedilmesidir". İnsanlara "sen sandıkta kimi seçersen seç ben seni kimin yöneteceğine kendim karar veririm" denildiğini, bunun "ben senin iradeni tanımıyorum, sen doğru kararlar alamazsın" demek olduğunu belirtiyor. Bu karmaşık sürecin sonunda, Türkiye'nin karşı karşıya olduğu asıl büyük plan, sadece seçimleri kazanmak değil, sandığın fiili olarak işlevsiz kılındığı, halkın iradesinin belirleyici olmadığı bir "seçimsizleştirme" rejimi inşa etmek ve yeni anayasa aracılığıyla 1923 Cumhuriyeti'nin kurucu felsefesini yıkarak, dini referanslara dayalı, yeni bir kurucu iktidar kimliğiyle kalıcı bir sistem oturtmaktır. Bu, iktidarın Erdoğan'ın ömrü vefa ettiği sürece koltukta kalmasını garanti altına almayı hedefleyen ve ülkenin gelecek rotasını kalıcı olarak değiştirmeyi amaçlayan bir stratejidir. www.avazturk.com olarak bu tarihi dönemeçte yaşanacak gelişmeleri yakından takip etmeye devam edeceğiz.