Gizli El Ülkeyi Nasıl Ateşe Sürüklüyor?

Gizli El Ülkeyi Nasıl Ateşe Sürüklüyor?

Savaş Genç, derinlemesine analizlerle, Türkiye'deki yeni vesayet rejiminin ülkeyi nasıl kutuplaştırdığını, demokrasiyi askıya aldığını ve siyasetin tehlikeli bir yola girdiğini gözler önüne seriyor. Bu korkutucu tablo karşısında olası çıkış yolları ve...

Türkiye'nin yakın tarihi, Savaş Genç'in çarpıcı yorumlarıyla adeta yeniden şekilleniyor. Bir dönemin paşalarının masanın bir tarafında oturduğu, sivil hükümetin ise diğer tarafta adeta "ev ödevleri"ni kontrol ettirdiği günlerden, günümüze uzanan karmaşık ve giderek derinleşen bir çalkantının izleri sürülüyor. Bu detaylı analiz, ülkenin nasıl adım adım bir "ateş"e sürüklendiğini gözler önüne sererken, geleceğe dair hayati uyarılarla dolu bir tablo çiziyor. Bu makale, Türkiye'nin bugün karşı karşıya olduğu çetin mücadeleyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererken, her geçen anın değerini vurgulayan hayati bir perspektif sunuyor ve okumaya devam ettikçe, daha önce hiç duymadığınız çarpıcı ayrıntılarla karşılaşacaksınız. www.avazturk.com olarak bu kritik analizi sizlere sunmaktan gurur duyuyoruz.

Savaş Genç, dünkü Türkiye'yi hatırlattığında, Milli Güvenlik Kurulu'nun daimi üyeleri paşaların sivil hükümete "ev ödevleri" verdikleri ve geleceğe dair yapılması gerekenleri dikte ettikleri bir tablo çiziyor. Bu dönemde Kürt sorununa çözüm bulunamıyor, başörtüsü inadı nedeniyle öğrencilerin kampüslere girememesi gibi sorunlar domino etkisi yaratarak rejimin "kaybedenlerini" bir araya getiriyordu. İşte tam bu noktada, o günlerin iktidar arayışındaki figürü Erdoğan ve çevresi, John Stuart Mill ve John Locke gibi düşünürlere referanslarla "özgürlük vaatleri" çerçevesinde ortaya çıktı. Kürtler, birtakım sosyal demokratlar ve rejimin tüm kaybedenleri Erdoğan'ın etrafında bir güç birliği oluşturdular.

Ancak Savaş Genç'e göre, Erdoğan ve İslamcılar gücü tam anlamıyla ele geçirdikten sonra, o günlerdeki müttefiklerine "size ihtiyacımız yok, yola bundan sonra bizim bildiğimiz çerçevede ve enstrümanlarla devam edeceğiz" dediler. Dünün paşalarının oturduğu masanın yerini bugün yargıçlar, Milli Güvenlik Kurulu'nun yerini ise HSK (Hakimler ve Savcılar Kurulu) aldı. Savaş Genç bu durumu, "yeni bir vesayet oluşturuldu" olarak tanımlıyor ve ekliyor: "Bu vesayet silahla değil kalemle, hakimlerin, yargıçların, savcıların kalemiyle işler oldu".

Bu "kalem vesayeti"nin sonuçları ise korkutucu boyutlara ulaşmış durumda. Savaş Genç, medyaya, muhaliflere ve rakiplere yönelik baskıların şiddetli bir şekilde arttığını belirtiyor. O kadar ki, "rakibini tutuklayabilen bir rejimle karşı karşıyayız" ifadelerini kullanıyor. Seçilme ihtimali çok yüksek olan rakiplerin tutuklandığını, birinci olan parti AKP'nin rakibi olan partinin kayyım atama tehdidiyle yaşamak zorunda kaldığını vurguluyor. Potansiyel cumhurbaşkanı adaylarının "telef edilmekle" tehdit edildiğini dile getiriyor. Yargı eliyle tüm muhalif medyanın baskı altına alındığını, satın alınmış medyanın dışında kalan çok küçük organların RTÜK'ün baskılarıyla kapatıldığını veya ceza yağdırıldığını belirtiyor. Gazetecilerin korkarak, titreleyerek yayın yapmak zorunda kaldığını, hatta tek bir tweetten dolayı gözaltına alınıp tutuklandıklarını, son örneği olarak Timur Soykan'ı gösteriyor. Hatta kazanamadığı seçimi tekrarlattıran, iptal eden, ama aynı zarftan çıkan AKP'nin kazandığı oyları YSK'ya tescil ettirip kazanamadıklarını tekrarlattırabilen bir rejimle karşı karşıya olduğumuzu ekliyor.

Savaş Genç, bu durumun ülkeyi "ateşe sürüklediğini" ifade ediyor. Bu kadar korkunç enstrümanları kullananlara karşı muhalif kitlelerin çaresizliğe sürüklendiğini, sandığın önlerine gelip gelmeyeceği, meşru bir seçimin yapılıp yapılamayacağı endişesiyle yaşadıklarını anlatıyor. Adayların tutuklanması durumunda bile ortak aday bulunsa, bu rejimi sonlandırmak pahasına oy vereceklerini söyleyen kitlelerin, bu seçimin bile yapılmayacağı endişesiyle yaşadıklarını aktarıyor. Savaş Genç, hiçbir liderin "seçimle gitmeyeceğim" demediğini, ancak bunun sinyallerinin verilmeye başlandığını belirterek, Erdoğan ve AKP'nin seçim kazanma ihtimali kalmadığı için toplumsal muhalefetin tepkilerini çekmeyecek şekilde "usul usul, adım adım ülkeyi otoriterleştirdiğini" ifade ediyor.

Saray rejiminin bu yoldan artık kolay kolay geriye dönemeyeceğini düşünen Savaş Genç, "gırtlaklarına kadar suça batmış durumdalar" yorumunu yapıyor. Yaptıkları yolsuzlukların ötesinde, yargıyı askıya alan, demokrasiyi askıya alan, muhalifleri terörist gibi gösteren ve çok partili hayatın yaşama şansı tanımayan bir rejimle karşı karşıya olduğumuzu vurguluyor. Dolayısıyla, bunların geri dönebilmeleri için bir formül bulunması gerektiğini belirtiyor. Ülkenin çok gerildiğini, siyasette kullanılan dilin "çok tehditkar" olduğunu ve bunun kutupları birbirine karşı çatıştıracak şekilde karşı karşıya getirebileceğini söylüyor. Kitlelerin birbirlerine "hain," "uşak," "işbirlikçi" diye hitap ettiğini, nefret söyleminin topluma yayıldığını, hatta aynı aile içinde insanların birbirleriyle siyaset konuşamaz duruma geldiğini üzülerek belirtiyor.

Savaş Genç, bu sivil darbeyi yapanların bir gün yargılanabilmesi durumunda Almanya'nın Türkiye'yi kıskanabileceği benzetmesini yapıyor. Almanya'nın kendi Nazilerini yargılayamadığını, bunun ancak Amerika'nın işgali ve Nürnberg Mahkemeleri ile mümkün olduğunu hatırlatarak, Türkiye'nin yol yakınken bir bedel ödememesi gerektiğini vurguluyor. İnsanların birbirine kırdırılmaması, sokaklara düşülmemesi gerektiğini ifade ederek, "Türkiye çok büyük bir bedel ödememeli" diyor.

Peki, bu vahim tablo karşısında Savaş Genç'in önerisi ne? Türkiye'nin vakit kaybetmemesi, "derhal demokratik bir rejime geçip yatırımcıların önünü açıp hukuki bir yargı normalleşmesine gidip devasa bir yargı reformu yapıp önüne bakması" gerektiğini söylüyor. Türkiye'de artık birbirini düşman olarak gören kutuplar arasındaki tansiyonun düşürülmesi gerektiğini belirtiyor. Bu kutupların muhafazakarlar ve laikler olduğunu, ancak buna bir üçüncüsü olarak Kürtlerin de eklenebileceğini ifade ediyor. Kürtlerin şu anda Öcalan'ın ortaya koyduğu inisiyatif çerçevesinde Erdoğan'la konuşur durumda olduğunu, ancak bunun Erdoğan'dan bir şeyler alıp Kürt sorununu normalleştireceğine inanmanın çok gerçekçi gelmediğini söylüyor.

Savaş Genç, mevcut düzlemin "o kadar korkunç bir düzlem" olduğunu belirterek, atılması gereken adımların hep birlikte dil değiştirilerek atılması gerektiğini vurguluyor. İktidar kanadında kullanılan dilin "şımarık" ve "pespaye" olduğunu, Mücahit Bilici gibi figürlerin muhalefete "sokak köpeği" gibi hakaret içeren ifadelerle saldırdığını örnek gösteriyor. 90'lı yıllardaki İslamcıların daha entelektüel olduğunu ve farklı bir dil kullandığını, ancak güçle tanışınca en çirkin dili tercih etmeye başladıklarını eleştiriyor. Mansur Yavaş gibi potansiyel cumhurbaşkanı adaylarının bile "sıra sende" denilerek tehdit edilmeye başlandığını belirtiyor. Savaş Genç, Mansur Yavaş'ın dürüst ve çok sevilen bir lider olduğunu, ancak Melih Gökçek hakkında verdikleri 100 dosyanın yargıda ilgi görmemesi eleştirisini dile getiriyor. Savaş Genç, Yavaş'a bu dosyaları kamuoyuyla paylaşması çağrısı yapıyor.

Önemli bir diğer nokta ise seçim süreci. Bekir Bozdağ'ın "vakti gelince Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimi yenileme kararı alıp sandığı milletin huzuruna getirecektir" sözlerine atıfta bulunan Savaş Genç, AKP'nin buna sayısının yetmediğini, muhalefetle, özellikle CHP ile işbirliği yapmak zorunda olduğunu hatırlatıyor. CHP'nin 2 Kasım'da seçime gelme şartını koyduğunu, aksi takdirde erken seçim masasına oturmayacağını ve Erdoğan'ın aday olamayacağını söylediğini belirtiyor. Ancak AKP'den bu konuda en ufak bir çıkış olmamasını eleştirerek, ısrarla anayasayı değiştirmeyi teklif ettiklerini dile getiriyor. Savaş Genç'in bu konudaki en çarpıcı tespiti ise rejimin o kadar güçlü ve sisteme o kadar hakim olduğu ki, "basit bir kararla seçme ve seçilme hakkına aykırıdır, Erdoğan tekrar aday olabilir diye karşınıza çıkabilirler" ifadesi. Zira Genç'e göre, "artık anayasa yok, artık yasalar yok yani AKP'liler için yok, onlar sadece muhalifler için var".

Savaş Genç'in tüm bu kriz tablosu ve derinlemesine analizlerinin ardından getirdiği çözüm önerisi ise Türkiye'nin geleceği için hayati bir çağrı niteliğinde. Ülkenin hala yaşayan akil insanları, siyasette tecrübe yapmış, devleti tanıyan isimlerden (Cihat Doruk, Hikmet Çetin, Bülent Arınç gibi örneklerle sayısı artırılabilir) bir "akil heyet" kurulması gerektiğini savunuyor. Bu heyetin, AKP ve Erdoğan'a "bir çıkış reçetesi sunması" gerektiğine inanıyor. Nihai olarak, Türkiye'nin parlamenter sisteme geçmesi gerektiğini vurguluyor. Savaş Genç, bu şekilde iktidarın toplumu birbirine kırdırmadan siyasete bir çıkış ve nefes alma şansı tanıması gerektiğini belirtiyor. Aksi takdirde, Türkiye'yi "çok da iyi günlerin beklemediğini" üzülerek uzaktan gözlemleyen bir siyaset bilimci olarak söylemek zorunda olduğunu ifade ediyor. Savaş Genç, "tek bir gencin burnunun kanaması bile bu adamların tüm servetine değmediğini" dile getirerek, yolsuzluk yapmış adamlardan geçmişte tek kuruş kopartmayı başaramamış bir devlet olarak, bu hayalleri gömmek gerektiğini ve Türkiye'nin kazasız belasız bu durumdan çıkma esenliğini satın alması gerektiğini belirtiyor. www.avazturk.com olarak bu derinlemesine analizin, Türkiye'nin acil normalleşme yolunda atması gereken adımları aydınlattığına inanıyoruz.