Kılıçdaroğlu'nun Şaşırtan Sessizliği

Kılıçdaroğlu'nun Şaşırtan Sessizliği

Kemal Kılıçdaroğlu'nun esrarengiz sessizliği siyasi arenayı sararken, bu suskunluğun Ekrem İmamoğlu davasından iç cephe dizaynına uzanan derin etkileri ve Türkiye siyasetindeki dönüştürücü rolü masaya yatırılıyor. Gerçekler sarsıcı!

Türk siyasetinin nabzı, Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) en kritik anlarından birini yaşarken, Kemal Kılıçdaroğlu'nun sürdürdüğü inatçı sessizlik, kulislerdeki fısıltıları ve kamuoyundaki soru işaretlerini doruk noktasına taşıyor. Seçimlerin ardından başlayan liderlik tartışmaları ve Ekrem İmamoğlu'na yönelik hukuki süreçlerle birlikte siyaset sahnesindeki gerilim tırmanırken, Kılıçdaroğlu'nun bu süreçte sergilediği tutum, birçokları için anlaşılması güç bir stratejinin parçası olarak yorumlanıyor. Birçok gözlemci, bu durumun ardında, rejimin ana muhalefet üzerinde uygulamaya çalıştığı derin bir "dizayn operasyonu"nun sinyallerini gördüğünü belirtiyor; öyle ki, kamuoyunda "düşman hukuku" olarak nitelendirilen bir dönemin kapıları aralanmış durumda. Bu sessizlik, sadece bir liderlik krizinin ötesinde, Türk siyasetinin genel gidişatına dair endişe verici bir tablo çiziyor.

Söz konusu gerilimin merkezinde, Akın Gürle'ye yönelik "kamu görevlilerini hedef gösterme" suçlamasıyla açılan dava ve bu davanın CHP'li siyasetçiler üzerindeki etkileri yatıyor. Bir yorumcuya göre, Ekrem İmamoğlu bu durumu daha önce "çok net ve çok özgün ifadelerle anlatmıştı". Ancak bu dosyanın, bir siyaset yasağı talebiyle çok daha büyük bir boyuta taşındığı anlaşılıyor. Kaynakta yer alan bir konuşmada, bir yorumcu, Türkiye'de bu tür savunmaların her zaman önemli bulunduğunu, ancak "bu savunmalar üzerinden de çok birlik oluşturulamadığını" vurguluyor. Dava süreci, sadece bir hukuki mesele olmanın ötesinde, Erdoğan rejiminin muhalefete karşı ne yapmak istediğini açıkça ortaya koyan bir "düşman hukuku" dosyası olarak değerlendiriliyor. Yorumcu, bu durumda "Erdoğan'ın kazanamayacağı kişiler mutlaka cezaevinde oluyor" tespitini yapıyor ve tüm siyasetin bu durumu değerlendirmesi gerektiğini belirtiyor. Eski dönemlerde Cumhurbaşkanlığına giden yolun Genelkurmay Başkanlığından geçtiği söylenirken, şimdi ise bu yolun "hapishaneden geçtiği" ironik bir şekilde ifade ediliyor; bu durumun İmamoğlu'nu daha da popüler hale getirdiği düşünülüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu koşullar altında izlediği siyaset ise, "iç cepheyi tahkim etme" gayretinden ziyade, aslında içerideki kutuplaşma iklimini derinleştirme üzerine kurulu. Bir yorumcu, Erdoğan'ın hiçbir zaman topluma "eşit bir baba rolünü" dağıtmadığını, aksine rejiminin en büyük çarkını döndüren motorlardan birinin bu kutuplaşma olduğunu ifade ediyor. Seçilmiş belediye başkanlarını içeri atarak, milli iradeyi tanımayarak insanlara zulmeden bir yaklaşım sergileyen iktidar, buna rağmen "gelin bana itaat edin" mesajı veriyor. Yorumcu, bu politikanın, "Erdoğan'ın bininci oyunu birinci defa kurgulamak istediğini" ancak toplumun bu oyunları artık "o kadar bıktı ve öğrendi ki" izleyip izlemeyeceğinin şüpheli olduğunu belirtiyor. Muhalefet içinde yaşanan bölünmeler, özellikle iki "troll grubunun savaşı" olarak nitelendirilen durumlar, yorumcuya göre Erdoğan'ın mahareti. Bu tartışmaların, ülkede çok daha ciddi gelişmeler varken ana muhalefet partisini bölerek gündemi meşgul etmesi, Erdoğan'ın iç cepheyi parçalama stratejisinin bir örneği olarak gösteriliyor. Bu gibi siyasi manevraların daha derinlemesine anlaşılması için https://www.avazturk.com gibi güvenilir haber ve analiz platformlarının takip edilmesi, olayların bütüncül bir şekilde kavranmasına yardımcı olabilir.

Peki, Kılıçdaroğlu'nun bu ısrarlı ve inatçı sessizliğinin nedeni ne? Kaynakta yer alan bir konuşmada, sunucunun Ekrem İmamoğlu'nun "resmen içeride bir diplomasi yürüttüğünü ve Kılıçdaroğlu'nu davet ettiğini," hatta "neredeyse tarafları barıştıracak bir diplomasi yürüttüğünü" belirtmesine rağmen, Kılıçdaroğlu'nun hala sessizliğini koruduğu vurgulanıyor. Avukatının da "kendi üzerlerine bir top almadıkları" yönünde açıklama yaptığı belirtiliyor. Yayımlanan bir ses kaydının neden önemli olduğu sorulduğunda, yorumcu, Kılıçdaroğlu'nun avukatının söylediği ifadelerin tersinin görüldüğünü aktarıyor. Kılıçdaroğlu'nun "bir şeyler oldu" ifadesinin, Ekrem İmamoğlu'nun 2019 yerel seçimlerinde yaşadığı sürece benzer bir manipülasyon iddialarının kopyası olduğu öne sürülüyor. Ancak ses kaydında aslında "bir şeylerin olmadığını" anlaşıldığı belirtiliyor. Yorumcu, savcılığın "manipülasyon var" iddiasını eski Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş'ın ifadeleri üzerinden 38 sayfalık iddianameye yansıttığını, ancak manipülasyonla ilgili başka bir kanıtın olmadığını ekliyor. Bu durumda Kılıçdaroğlu'nun "bu doğru değil" diyerek Lütfü Savaş'ın şikayetinin "gördüm, duydum, bana böyle anlatıldı" meselesiyle ilerlediğini ifade etmesi gerektiği belirtiliyor. Ancak yorumcu, Kılıçdaroğlu'nun bu konuya ilişkin açıklama yapmakta "çok geç kaldığı" ve varsa "hayri kredisinden" geriye kalanını da tükettiği görüşünde.

Bu sessizlik, siyasi arenada çok daha büyük bir tehlikeye işaret ediyor. Hakkı olsanız dahi, bu muhalefetin dinamizminin önünü kesecek ve iktidarın ekmeğine yağ sürecek bir hareketin içinde olmanın, her siyasetçiyi bitirecek bir nokta olduğu dile getiriliyor. Yorumcu, Kılıçdaroğlu'nun "ayağına ateş ettiğini" ve en azından sessiz kalarak buna devam ettiğini ifade ediyor. Ancak asıl kaygı verici olan, Kılıçdaroğlu'nun, Erdoğan'ın ya da Devlet Bahçeli'nin siyaseten bitmesinin önemi değil. En önemlisi, bu siyasi figürlerin tutumları ve çatışmaları yüzünden Türkiye'nin kendisinin bitiyor olmasıdır. Yorumcunun da defalarca belirttiği gibi, fiberglass'tan olmayan, bir gün fizyolojik olarak da bitecek olan bu liderlerin siyasi çekişmeleri, Türkiye'nin geleceğine mal oluyor ve bu durum, üzerinde durulması gereken en acı gerçek olarak karşımızda duruyor.