Tarihi Barış Sürecinde Şok Eden Gerçek

Tarihi Barış Sürecinde Şok Eden Gerçek

Türkiye'nin gündemine oturan yeni "barış süreci" tartışmaları derinleşiyor. Diplomatik gaflar, hapisteki siyasetçiler ve süregelen adaletsizlikler, "tam barış" hayalini gölgede bırakıyor mu? İşte tüm detaylar ve cevabı merakla beklenen o kritik soru!

Türkiye, son dönemde yaşanan ve "tarihi" olarak nitelendirilen bir siyasi gelişmeyle adeta nefesini tutmuş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "dönüş yok" ifadesiyle işaret ettiği yeni bir barış süreci söylemi, ülkenin gündemine bomba gibi düşerken, arka planda yaşananlar ve dile getirilen şüpheler, bu iddialı yolculuğun akıbetine dair büyük soru işaretleri oluşturuyor. Ülke genelinde gözler, "barış" kelimesinin ardındaki gerçeklerin ne olduğuna çevrilmiş durumda. Bu haber makalesi, söz konusu sürecin perde arkasını aralıyor ve kamuoyunu derinden sarsacak, asıl cevabı makalenin sonunda saklı olan çarpıcı detayları adım adım sunmaya devam edecek.

Erdoğan’ın “tarihi” olarak nitelendirilen konuşmasında, BARIŞ için son adımın atıldığı ve artık dönüşün olmadığı vurgulanmıştı. Hatta bu konuşmada Erdoğan’ın “AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, Dem biz en azından üçlü olarak bu yola beraber yürümeye kararı verdik” sözleri, yeni bir siyasi ittifakın işaretini vermişti. Ancak bu açıklamanın ardından hem salonu dolduran AKP kadrosunun hem de kamuoyunun heyecan dozunun düşük bulunduğu gözlemlendi. Zira merak edilen asıl soru şuydu: Birlikte NEREYE yürüyecekler ve hangi kutlu menzile varacaklar?

Bu yolculuğun kılavuzları arasında dikkat çeken isimlerden biri, ABD Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye özel temsilcisi Tom Barrack olarak öne çıkıyor. Barrack’ın kritik sorunlarda başrolde yer almasına rağmen yaptığı açıklamalar, ciddiyet yoksunu veya bilgisiz bulunuyor. Nitekim Barrack’ın "PKK bugün silah bırakmaya başladı. Bu arada Öcalan hâlâ adasında. Ben eskiden orayı bir cennet adası sanırdım. Ama bu adamı gerçekten tecritte tutuyorlar. Öyle yapıyorlar” ifadeleri kamuoyunda “şaka gibi” yorumlarına neden oldu. Bu ve benzeri gelişmelerin derinlemesine analizlerini ve son dakika haberlerini https://www.avazturk.com adresinden de takip edebilirsiniz. Öte yandan, bir başka dikkat çekici örnek ise, Bahçeli’nin silahlar yakılınca Demirtaş’ı araması ve sürece verdiği destek için teşekkür etmesi oldu.

Ancak bu teşekkür ve "barış" söylemlerinin aksine, ülkedeki hukuksuzluklar ve adaletsizlikler gündemdeki yerini koruyor. Halen birçok belediyenin kayyuma teslim edilmiş olması, yıllarını Kürt sorununa barışçı çözüm için harcayan Osman Kavala’nın yapmadıklarıyla suçlanarak hücrede tutulması ve Selahattin Demirtaş’ın yıllardır cezaevinde bulunması, barış söylemlerinin samimiyetini sorgulatıyor. Kobani eylemlerini başlattığı iddia edilen tweet’in Demirtaş’a ait olmadığının kanıtlanmasına rağmen, Türkiye’nin Demirtaş’ın betonların arasına gömülmesine seyirci kaldığı eleştirileri yükseliyor. Bu durumlar, ilan edilen "barış"ın sadece belirli bir kesime mi yoksa tüm ülkeye mi geldiği sorusunu akıllara getiriyor.

Neyse ki, yurttaşlar, özellikle Özgür Özel’in olağanüstü çabası ve gençlerin desteğiyle yapılanlara seyirci kalmıyor. Son günlerde Adana ve Antalya’da gerçekleşen eylemler, gerçek anlamda tarihi bir direnişin başlangıcı olarak yorumlanıyor. Özellikle Murat Çalık’ın ameliyattan çıkar çıkmaz elleri kelepçeli olarak yeniden cezaevine gönderilmesine gösterilen tepkiler, unutulmayacak kareler arasında yerini aldı. İktidarın kontrolündeki devlet aygıtının, gizli tanıklar ve “pişman itirafçılar” aracılığıyla Cumhuriyet Halk Partisi’ni fiilen bitirme peşinde olduğu iddiaları da bu süreçte dile getiriliyor. Bu olaylar dizisi, "Dağlarına barış gelmiş memleketimizin.. Öyle mi!" sorusunu daha da yüksek sesle sorduruyor.

Peki, tüm bu yaşananlar ışığında, gerçekten "silahlara veda mı edildi, yoksa tanık olduğumuz sadece bir ateşkes süreci mi"? Bu sorunun yanıtı henüz alınamamışken, ülkenin bir yanında hala adaletsizlik ve kanayan yaralar varken, diğer yanına baharın gelemeyeceği net bir şekilde ortadadır. Zira tarih, bir tutam demokrasi, yarım barış veya azıcık hamileliğin asla mümkün olmadığını, bunların bir arada var olamadığını defalarca göstermiştir. Ve en önemlisi, otokrat bir idarede barışa yüründüğü tarihte asla yazılmamıştır. Türkiye'nin geleceği için en kritik soru da tam burada gizli: Bu koşullar altında gerçek ve kalıcı bir barış mümkün mü, yoksa gördüklerimiz sadece büyük bir illüzyondan mı ibaret?