TBMM Önünde Akıl Almaz Mücadele Başladı!

TBMM Önünde Akıl Almaz Mücadele Başladı!

Muğla İkizköylülerinden yurdun dört bir yanından gelen vatandaşlara kadar binlerce kişi, zeytinlikleri madenciliğe açacak yasa teklifine karşı TBMM önünde kenetlendi. Topraklarını savunmak için direnen bu cesur insanların feryadı, Türkiye'nin geleceği...

Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) Dikmen Kapısı önü, sadece siyasi gelişmelerin değil, toprağa, suya ve havaya sahip çıkan Anadolu insanının çığlığının yankılandığı tarihi bir ana tanıklık etti. Muğla'nın İkizköy mahallesinden gelen yurttaşlar ve onlara destek olmak için ülkenin dört bir yanından akın eden vatandaşlar, zeytinlik alanları maden işletmeciliğine açacak olan yasa teklifine karşı tek yürek oldular. Bu sadece bir protesto değil, aynı zamanda varoluş mücadelesinin, toprağa bağlılığın ve gelecek nesillere onurlu bir miras bırakma arzusunun en keskin göstergesi olarak tarihe geçiyor. İlerleyen satırlarda aktarılacak olan her bir söz, her bir feryat, bu mücadelenin sadece İkizköy'e özgü olmadığını, aksine tüm Türkiye'yi derinden ilgilendiren, hayat memat meselesi bir direnişin fitilini ateşlediğini gözler önüne serecek.

Basın açıklamasında ilk sözü alan Muğla'nın İkizköy mahallesinin muhtarı Nejla Işık, duygu yüklü ve kararlı ifadeleriyle tüm dikkatleri üzerine çekti. Işık, "Denizli’den, Artvin’den, Çamlıhemşi’nden, her yerden tek ses tek yüreğiz bugün ve tek bir şey istiyoruz. Bu çökme yasasını kabul etmiyoruz" diyerek, mücadelenin bölgesel olmaktan öte, ulusal bir direniş olduğunu vurguladı. Muhtar Işık, şirketlerin TBMM'ye rahatça girip vekillerle görüşebilirken, köylülerin, yani "milletin" temsilcilerinin Meclis'e alınmamasına sert tepki gösterdi ve "Burası milletin Meclisi değil mi? Şirketlerin Meclisi mi? Köylülerin, vatandaşların Meclisi mi?" sözleriyle durumu sorguladı. Ayrıca, şirketlerin köylülerin sesini susturmaya çalıştığını ancak bunu başaramayacaklarını belirtirken, "İçeriye gireceğiz, haykıracağız. Bu yasayı kabul etmiyoruz, bizim üzerimizden hiç kimse günah keçisi çıkarmasın" sözleriyle kararlılıklarını dile getirdi. Işık, zeytinlerin ve emeğin şirketlere feda edilemeyeceğini, zeytinin kıymetini bilmeyenlerin söz kurmaması gerektiğini ifade ederken, "Enerjinin alternatifleri var ama toprak giderse, su giderse yaşam biter" uyarısında bulundu. Bu mücadelenin gelecek nesiller için verildiğini belirten muhtar, "Bizler bu dünyanın hükümdarı değiliz. Hepimiz gelip geçiciyiz. Topraktan geldik, toprağa gideceğiz, bu dünya kimseye kalmayacak. Ama yok ederek değil, yaşayarak ve yaşatarak bırakacağız gelecek nesillere. Bizim derdimiz bu" diyerek, doğayla uyumlu yaşamın önemine vurgu yaptı. İşte bu noktada, bu tür toplumsal direnişlerin ve halkın sesi olan platformların önemini vurgulamak için https://www.avazturk.com gibi bağımsız haber siteleri, bu direnişi tüm Türkiye'ye duyurmada kritik bir rol oynamaktadır.

Denizli'den gece yola çıkarak Ankara'ya gelen Hatice isimli bir köylü ise, "İhtiyar halimizle topraklarımızı korumaya geldik" sözleriyle adeta bir manifesto okudu. Topraklarının verimliliğine dikkat çeken Hatice Hanım, "Bak bu kekikler, tam buğday ekmeği, nohut, mercimek, darı, badem, ceviz… Bunları hep toprak yetiştiriyor, kömür yetiştirmiyor" diyerek, madenciliğin tarımsal zenginliğe karşı bir tehdit olduğunu gözler önüne serdi. Gözleri dolu dolu, sesinde onurlu bir gururla "Bu onurumuz, gururumuz, avuçlarımızın içinde, nasırlı ellerimizin içinde" ifadelerini kullanırken, daha önce yaşadıkları yıkımları da dile getirdi: "Ağaçlarımızı yıktılar, topraklarımızı talan ettiler. Ekinlerimizi, tütünlerimizi gömdüler. Bir de mahkemeye verdiler, yargıladılar beni". Ancak tüm bunlara rağmen yılmayan Hatice Hanım, Atatürk'ün emanetine sahip çıkılması gerektiğini vurgulayarak, "Atatürk’ün, atalarımızın koyup gittiği emanete, mirasa sahip çıkalım. Türkiye duysun sesimizi" diye haykırdı. Sözlerini, "Zenginin işi biter, parası da biter, güçlünün gücü de biter. Hak bitmez, güç biter. Biz hak aramaya geldik. Bir kilo altına bir avuç toprağımı değişmem. Toprağınıza sahip çıkın. Anamdan doğalı cumhuriyet kadınıyım. Maden yasası geri çekilsin. Topraklarımızı bıraksınlar. Biz yaşamak istiyoruz" diyerek tamamladı. Bu sözler, sadece bir kadının feryadı değil, aynı zamanda toprakla kurulan kadim bağın, direniş ruhunun ve adalete olan sarsılmaz inancın bir yansımasıydı.

Ordu’dan gelen Cevat isimli bir başka vatandaş da elindeki fındık poşetiyle anlamlı bir mesaj verdi: "Ordu’nun altınını getirdim size. Bizim altınımız fındık". Fındığın toprağın gerçek zenginliği olduğunu vurgulayan Cevat Bey, Ordu'da madencilik yapılan üç bin dönümlük araziden elde edilen 13 milyon liralık gelirin, fındık ekilmesi durumunda bunun 5 ila 10 katı kar getirebileceğini ve ülkeye daha büyük fayda sağlayacağını belirtti. "13 milyon liranın 5 katını versen bu pisliği Fatsa’dan temizleyemeyiz" diyerek, madenciliğin çevresel maliyetinin maddi getirinin çok ötesinde olduğunu ifade etti. Cevat Bey, bu yasanın sadece Muğla'yı değil, tüm ülkeyi etkileyeceği konusunda uyararak, "Bu yasa sadece Muğlalılara değil, tüm ülkeye geçerli. Nerede bu Türkiye? Nerede halk? Hepimizi vuracaklar bu yasayla" sözleriyle gelecekte yaşanabilecek daha büyük felaketlerin habercisi oldu.

Muğla'dan çok daha uzak bir dağ köyünden, Aydın Çine'ye bağlı, adeta masallardan fırlamış bir yerden gelen Zeynep isimli köylü kızı, gözleri dolarak, "Adı gibi top top çamları olan, çam fıstığının yetiştiği yerden geliyorum. Benim adım Zeynep. Köylü kızı Zeynep’im ben. Başka bir ünvanım yok. Köylüyüm ben" sözleriyle kendini tanıttı. Köyünün 10 yıl öncesine kadar masalsı güzellikte olduğunu ancak bir şirketin gelip her şeyi yerle bir ettiğini anlattı. Eskiden tek bir güneş ışığının dahi sızmadığı gür çam ağaçlarının, artık yerini kumdan dağlara bıraktığını; berrak dere yataklarının molozlarla kaplandığını ve su akmadığını, hayvanların öldüğünü, arıcılık yapamadıklarını ve çam fıstıklarının yetişmediğini dile getirdi. Çocukluğunun o derelerde kurbağalarla oynayarak, ayaklarını suya sokarak geçtiğini belirten Zeynep, "Masalsıydı köyüm ama şu an masalsı köyüm kalmadı" sözleriyle yaşanan yıkımın boyutunu gözler önüne serdi. Atalarından aldığı masalsı köyü çocuklarına ne miras bırakacağını sorarken, "Kumdan tepeleri mi vereceğim, akmayan dereleri mi vereceğim, olmayan su kaynaklarını mı göstereceğim çocuklarıma? Ne verebilirim? Hiçbir şeyim kalmadı elimde" diye feryat etti. Mücadelelerinin 10 yıldır sürdüğünü ve annesiyle babasının şirket tarafından silahlı saldırıya uğradığını ancak yılmadıklarını, davaları kazandıklarını anlattı. Ancak eğer bu maden yasası çıkarsa ve iklim kanunu geri çekilmezse, gidebilecek hiçbir yerleri olmadığını, çocukluğunu göz göre göre şirketlerin ellerine teslim edeceğini vurguladı. Zeynep, sadece kendi köyü için değil, tüm vatan ve millet için mücadele ettiklerini belirterek, "Eğer geri çekilirsek, savaşmazsak, direnmezsek, mücadele etmezsek elimizde neyimiz var neyimiz yoksa alacaklar. Ben köyümden, koyunlarımdan, suyumdan, evimden vazgeçmek istemiyorum. Eğer beni köyümden ederlerse bir ağaç bir bitki gibi düşünün, kuruyup ölürüm ben" sözleriyle toprakla olan derin bağını ve vazgeçilmez direniş ruhunu gözler önüne serdi.

Değerli okuyucularımız, TBMM önünde yükselen bu çığlık, sadece bir grup köylünün feryadı değil, aslında Türkiye'nin geleceğine dair kritik bir uyarıdır. Zeytinliklerin madenciliğe açılmasına yönelik kanun teklifi, sadece birkaç ağacın kesilmesi veya birkaç dönüm arazinin yok olması anlamına gelmiyor. Bu yasa, toprağın verimliliğini, su kaynaklarını ve dolayısıyla insan yaşamını doğrudan tehdit ediyor. Muğla'dan Ordu'ya, Denizli'den Aydın'a kadar tüm yurttaşların tek ses olması, bu meselenin ne denli hayati olduğunu gösteriyor. Eğer bu yasa teklifi geri çekilmezse, Zeynep'in de dediği gibi, bir ağaç gibi kuruyup gidecek olan sadece köylüler değil, aynı zamanda Türkiye'nin doğal zenginlikleri, ekolojik dengesi ve belki de en önemlisi, gelecekteki nesillerin yaşama hakkı olacaktır. Bu direniş, toprağın ve doğanın korunmasının sadece ekolojik bir sorumluluk değil, aynı zamanda ulusal bir görev ve varoluş mücadelesi olduğunu haykırıyor. Asıl büyük soru ise şudur: Türkiye, bu feryatları duyacak ve atalarından miras kalan bu topraklara hak ettiği değeri verecek mi, yoksa geleceğin yok olmasına seyirci mi kalacak?