Terörle İttifak Mı, Yeni Kimlik Mi?

Terörle İttifak Mı, Yeni Kimlik Mi?

Süleymaniye'deki o esrarengiz silah yakma töreninden, Ankara'daki "tarihi" ittifak açıklamasına uzanan siyasi deprem, Türkiye'nin ulusal kimliğini ve anayasal geleceğini nasıl etkileyecek? Terör örgütü uzantılarıyla kurulan "yeni yol"un perde arkasında...

Geçtiğimiz hafta Irak’ın Süleymaniye kentinde yaşananlar, sadece basit bir "silah yakma müsameresi" olmaktan çok öte, Türkiye siyasetinin en derin dehlizlerinde feyezan etkisi yaratacak bir sürecin başlangıcıydı ve bu makaleyi okumaya devam ettikçe, aslında gözlerimizin önünde sergilenen bu tiyatronun, ülkenin kaderini değiştirecek çok daha büyük bir resmin yalnızca ilk fırça darbeleri olduğunu hayretle göreceksiniz.

Olay, KCK eş başkanı ve başına 29 milyon TL ödül konulan Bese Hozat, kod adlı Hülya Oran’ın liderliğindeki 30 teröristin, silahları ve kemerleriyle birlikte, zılgıtlar ve alkışlar eşliğinde alana inmesiyle başladı. Türkiye’den ve dünyanın dört bir yanından gelen yaklaşık 250 davetlinin huzurunda, teröristler meydanda kurulu içi odunla dolu madeni bir kazana teker teker silah ve kemerlerini bırakırken, Bese Hozat kazanın içindeki odunları tutuşturdu [kaynak dışı bilgi]. Silahlar cayır cayır yanarken, bu "Mangal Partisi"nin ardından ülkedeki iktidar medyası ve Cumhur İttifakı kadroları adeta bir bayram havasına girmişti [kaynak dışı bilgi]. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, "PKK’nın kurucu önderi sözünü tuttu" diyerek Dem Partili Ahmet Türk ve Pervin Buldan’ı telefonla arayıp kutladığı dahi duyuldu [kaynak dışı bilgi]. Bu durum, silahların neden yakıldığına, balistik incelemelerinin bile neden yapılmadığına dair soruları beraberinde getirirken, tüm ülkenin gözü kulağı Ankara'dan gelecek "tarihi" açıklamalara çevrilmişti.

Nitekim ertesi gün, beklendiği üzere "tarihi konuşma" geldi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Kızılcahamam Kampı'nın açılışında sarf ettiği sözlerle gündeme oturdu: "Şam da İstanbul da ortak şehrimiz. Türk, Kürt, Arap birse, beraberse o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardır. 41 yılda kim kazandı? Terör baronları, terör sektörü, kandan beslenenler kazandı. Türk, Kürt, Arap üzerine kirli hesapları olanlar kazandı. İşte bugün bu kirli oyunu, bu kirli tezgâhı, bu nifak hareketini bozuyor, alt üst ediyoruz” dedi. Bu sözler, özellikle son genel seçimde CHP’ye yönelik "PKK ile ittifak" iftiraları ve aylardır "kent uzlaşısı" suçlamasıyla içeride olan DEM Parti'li belediye başkanları göz önüne alındığında, Türkiye'nin siyasi haritasında büyük bir kaymaya işaret ediyordu. Bu beklenmedik ve çarpıcı açıklama, https://www.avazturk.com gibi haber portallarında da geniş yer bulurken, ülke genelinde derin tartışmaları beraberinde getirdi.

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve sürecin önemli aktörlerinden Mehmet Uçum, aylardır kurduğu şu cümleyle bu yeni yaklaşımın teorik zeminini inşa ediyordu: “Kürtler kurtuluş ve kuruluşla ortaya çıkan milletin asli unsurudur. Yani Kürtler, Türk Milletinin ayrılmaz bir parçası ve bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve daimi sahibidir. Geleceği, sadece bu nesnel duruma uygun tek seçenek olan tek ulus tek üniter devlet realitesi, güvence altına alır. Türk Milleti ‘etnik ulusçuluğa’ dayanmaz, hukuki bağ olarak tanımlanan Türk vatandaşlığına yani ‘yurttaş ulusçuluğuna’ dayanır. Türk vatandaşlığı etnik değil Cumhuriyetle kazanılmış; içeriği Cumhuriyet vatandaşlığı olan ve devletle kurulan hukuki bağdır”. Bu tanım, “Türk kimliği”nin sadece bir etnik kökeni değil, hukuki bir vatandaşlığı temsil ettiğini vurgulayarak, farklı etnik kökenleri Türk milleti şemsiyesi altında birleştirme çabasını ortaya koyuyordu.

Ancak CHP lideri Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözlerine hemen tepki göstererek, durumu farklı bir pencereden yorumladı: “Çıkmış Kürt, Türk, Arap. Sünni Müslümanlık üzerinden yeni bir ittifak kuracak ve aklı sıra bunun üzerinden yeni bir ittifakla yürüyecek. Türkiye’ye bir ümmetçilik üzerinden, mezhepçilik üzerinden, din siyaseti üzerinden bu coğrafyada sana hesap yaptırmayız” dedi. Özel’in bu yorumu, yeni açıklanan yaklaşımın "ümmetçilik" veya "mezhepçilik" temelinde bir ittifaka işaret ettiği endişesini dile getiriyordu. Öte yandan, Erdoğan’dan bölgede Müslümanların birliğinden yana olmanın milli devlet ve milli kimlikten uzaklaşmak şeklinde yorumlanmasının yanlışlığına vurgu yapan ikinci bir açıklama geldi.

Peki, Türkiye’nin kökleri derinde yatan ulusal kimlik tartışması bu yeni söylemle nereye evriliyor? Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Deniz Ülke Kaynak, bu konudaki kritik tespitlerini paylaştı: “Türk, Kürt, Arap vs. kimlikleri zikredilerek yapılan her açıklama kolektif travmaların gölgesinde kurgulanmış bir ulusal kimliğe, yani Türk kimliğine bir saldırı olarak algılanacaktır. Üstelik bir ulusun etnik, mezhepsel ya da dini temelde tanımlanması, her bir tanımın içindeki yorum farklılıklarını gündeme getireceğinden Lübnanlaşma ihtimalini doğurur”. Kaynak, konunun her hal ve şartta Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının eşit haklara sahip olması ve demokratikleşme üzerinden okunması gerektiğini vurgulayarak, etnik ya da mezhepsel kimliklerin zikredilmesinin uluslararası boyutta bölgesel bir bütünleşme hedefiyle yapılsa dahi (ki Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında bu amaçla yapıldığını düşündüğünü belirtiyor), zamanlamasının uygun olmadığını, ancak sürecin son aşamasında, yani örgüt tamamen dağıldığında gündeme getirilebileceğini savundu. Kaynak, "Erken doğum süreci sıkıntıya sokar" derken, “Kimlik politikası mutlaka böler, bütünleştirmez. Cumhuriyetimizin kuruluş kodlarını günümüz dünyasına uyarlayarak yeni bir yol keşfetmekten başka yöntem ufukta görünmüyor” sözleriyle önemli bir uyarıda bulundu.

Bu karmaşık tabloya, Alman solunun "yaramaz çocuğu" sosyalist gazeteci-yazar Jurgen Elsasser’in “ulus devlet” savunusu da eklendi. Elsasser, “Ulusal devletleri savunmak klasik sol tavırdır temel olarak. Ancak 68 kuşağı (Batı için), bu sol geleneğe ihanet etmiştir... Sonuçta ulus devletler Fransız Devrimi’yle ortaya çıkmıştır. Önceden derebeyleri ve feodal soylular vardı... Ulus devlet, Fransa’da söz konusu soylulara karşı protesto olarak ortaya çıkıyor, eşitliği savunuyor, yani bir sol programdır. Kandan, soydan bağımsız eşit yurttaşlık ilkesi kazanımını getiriyor. Ve bugün küreselleşme kapsamında ulus devletleri yine yıkmaya çalışıyorlar, uluslararası ve küresel para hareketlerini yönlendiren neofeodal soyluların tekrar hükümdar olabilmesi için” dedi. Bu bakış açısı, Türkiye’deki “Türk kimliği” ve “ulus devlet” tartışmalarına küresel bir boyut katarken, “yurttaş ulusçuluğu” fikrinin tarihsel köklerini de işaret ediyordu.

Tüm bu gelişmeler zinciri, Türkiye’nin sadece iç siyasette değil, ulusal kimlik ve devlet yapısı anlamında da bir dönüm noktasında olduğunu açıkça gösteriyor. Süleymaniye’de yakılan o silahlar, sıradan bir "müsamere" değil; Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni siyasi yol haritasının ilk işaret fişeğiydi. Silahların balistik incelemelerinin yapılmamasının gizemi, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bu "silah bırakma" sürecini "kutlaması," ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın SDG’ye yönelik “devlet kurma borcumuz yok” açıklaması ve Cumhurbaşkanı’nın "AK Parti, MHP, DEM Parti biz en azından üçlü olarak bu yolda yürümeye karar verdik" şeklindeki ittifak ilanıyla birleşince, asıl büyük sır perdesinin aralandığı ortaya çıktı: Türkiye, daha önce 'terör örgütü uzantısı' olarak lanse edilen bir partiyle açıkça ittifak kuruyor ve bu ittifakın, yeni anayasa tartışmalarının da fitilini ateşleyerek, anayasayı değiştirmeyi bile içeren, kapsamlı bir siyasi yeniden yapılanmanın kapılarını ardına kadar açtığı sinyalleri veriliyor. Bu durum, bir yandan ana muhalefet partisi CHP’yi "gömme" tasarısı adım adım dayatılırken, diğer tarafta "terörsüz Türkiye" laflarının ayaklarının yere değip değmediği sorusunu gündeme getiriyor ve ülkenin kaderini belirleyecek bu yeni dönemin, ne gibi sürprizlere ve zorluklara gebe olduğu sorusunu, yani "Pergelin ucunu nereye sabitleyeceğiz?" sorusunu tüm Türkiye’nin meraklı bakışları altında yanıt beklemeye bırakıyor.