Trump Yönetiminin Hamlesi Türkiye'ye Nasıl Bir Ayna Tutuyor?

Trump Yönetiminin Hamlesi Türkiye'ye Nasıl Bir Ayna Tutuyor?

Amerika Birleşik Devletleri'nde bireysel özgürlüklerin ve keyfi uygulamaların önlenmesinin temel taşı olarak görülen Habeas Corpus ilkesi, eski Başkan Donald Trump'ın potansiyel başkanlık kampanyası ve çevresindeki yetkililerin açıklamalarıyla yeniden...

ABD'de Bireysel Özgürlüklerin Teminatı Habeas Corpus Tartışması Alevlendi: Trump Yönetiminin Hamlesi Türkiye'ye Nasıl Bir Ayna Tutuyor?

Amerika Birleşik Devletleri'nde bireysel özgürlüklerin ve keyfi uygulamaların önlenmesinin temel taşı olarak görülen Habeas Corpus ilkesi, eski Başkan Donald Trump'ın potansiyel başkanlık kampanyası ve çevresindeki yetkililerin açıklamalarıyla yeniden sıcak bir gündem maddesi haline geldi. Bu derin hukuki tartışma, ABD'nin kendi iç çalkantılarını gözler önüne sererken, Türkiye'deki güncel hukuk manzarasıyla çarpıcı bir karşılaştırma sunuyor.

Habeas Corpus Nedir?

Habeas Corpus, kökeni İngiltere'de 1600'lü yıllardaki Magna Carta'ya dayanan çok eski bir hukuki terimdir. Kelime anlamı "bana bedenini göster" veya "bedeni var"dır. Aslında kralın yetkilerini sınırlamak amacıyla ortaya çıkmış bir düzenlemedir. Amerikan anayasasında da temel kavramlardan biri olarak yer alır ve bireysel özgürlüklerle doğrudan ilişkilidir. Özetle, keyfi olarak birinin gözaltına alınmasını veya zorla bir şey yaptırılmasını engellemek veya buna itiraz etmek için kişinin bireysel başvuru hakkını veya avukatı aracılığıyla başvuru hakkını ifade eder. Amerika'da yasalara karşı, yasalar çerçevesinde hakkını savunabilmesini sağlayan bir maddedir. Başka insanların, yabancı veya yerli, Amerikan vatandaşı olsun veya olmasın, bir bireyin hakkını savunma güvencesidir.

Trump Yönetimi ve Habeas Corpus Tartışması

Tartışmanın fitili, geçtiğimiz günlerde Kongre'de bir komitede konuşma yapan eski Trump dönemi İç Güvenlik Bakanlarından birinin Habeas Corpus tanımıyla ilgili bir soruya verdiği yanıtla ateşlendi. Bakan, ilkeyi yanlış tanımlayarak, Meksika sınırından gelen göç dalgasını (Türkiye'den de binlerce insanın geldiği) engellemek için kullanılabilecek bir durum olduğunu, yani askıya alınabileceğini ifade etti. Bu yasal bir ilkedir demesine rağmen askıya alınabileceği iması dikkat çekti.

Bu yanlış ifade, o anda komitede bulunan ve Boston'da avukatlık yapmış eski bir avukat olan Hassan tarafından düzeltildi. Hassan, Habeas Corpus'un Amerika gibi özgür toplumları Kuzey Kore gibi polis devletlerinden ayıran temel ilke olduğunu vurguladı.

Ancak daha da endişe verici olan, Trump yönetiminden üst düzey bir yetkilinin, Habeas Corpus'u çok ciddi bir şekilde askıya almayı düşündüklerini belirtmesi oldu. Bu düşüncenin gerekçesi olarak, ülkenin adeta işgal altında olduğu iddiası ileri sürülüyor.

Üniversiteler ve Göçmenler Hedefte: "İşgal" Algısı

Trump yönetimi ve destekçilerinin "işgal" algısının temelinde ilginç argümanlar yatıyor. Trump'tan daha fazla Trumpçı olduğu belirtilen Başkan Yardımcısı JD Bens, bu ülkenin en büyük düşmanının üniversiteler ve profesörler olduğunu ifade eden bir zihniyeti temsil ediyor.

Harvard Üniversitesi'nin "Marksistlerin yuvası" olarak görülmesi ve 1950'lerdeki McCarthy dönemi gibi bir cadı avı başlatılacağı iddiaları gündemde. Ayrıca, Çin'den, Hindistan'dan ve dünyanın dört bir yanından her yıl milyonlarca öğrencinin Amerika'ya okumaya geldiği, iyi eğitilip kendi ülkelerine döndükleri ve orada Amerika'ya karşı teknoloji geliştirdikleri belirtiliyor. Bu durum, Trump ve çevresi tarafından bir işgal olarak yorumlanıyor. Bu yabancı öğrencilerin deport edilmesi veya gelmesinin engellenmesi isteniyor. Oysaki Amerikan sistemi için bu denli büyük bir bilgi ve yetenek kaynağını kesmenin şuursuzca bir tehdit olacağı da kaydediliyor. Kaldı ki Çin'in kendi eğitim sistemini hızla geliştirdiği, hatta bir üniversitesinin dünya ilk beşe girdiği gerçeği ortada duruyor.

Harvard Üniversitesi'nin, diğer üniversitelerin aksine "diz çöktürülemediği", bu nedenle "kayyum atar gibi" hızlı bir karar alındığı ancak bir hakimin bu kararı askıya aldığı, sürecin muhtemelen Yüksek Mahkeme'ye (Supreme Court) gideceği bilgisi de kaynakta yer alıyor. Harvard'ın daha önce önemli bir akademisyen olan tarihçi Cemal Kafadar'ı idari görevden uzaklaştırmış olması siciline işlenmiş olsa da, Harvard yönetiminin Trump'ın nasıl bir "bela" olduğunu gayet iyi anladığı ve direnişin Habeas Corpus bağlamında anlamlı olduğu belirtiliyor. Harvard'ın sloganı ise "Veritas" (Hakikat).

Habeas Corpus'un Tarihi Askıya Alınışları ve Guantanamo

Amerikan tarihinde Habeas Corpus'un askıya alındığı zamanlar olmuştur. Abraham Lincoln döneminde, güneydeki Ku Klux Klan ile ilgili bir durumda ve en son Bush döneminde bu ilke tartışmaya açılmıştır. 11 Eylül saldırılarının ardından Afganistan ve Irak'ta gözaltına alınıp Amerika'ya getirilen binlerce insanın avukatları, Habeas Corpus ilkesine başvurmak istemiş, yani bu insanların keyfi olarak gözaltına alınamayacağını, en azından mahkemeye çıkarılmaları gerektiğini savunmuştur. Buna çözüm olarak Guantanamo bulunmuş, Amerikan topraklarında olmayan bir yerde sorgulamalar yapılmış, kimlikleri aylarca bilinemeyen insanlar orada tutulmuş ve işkenceden geçirilmiştir. Ancak daha sonra Yüksek Mahkeme, Guantanamo'nun Amerikan toprağı olduğuna karar vererek oradaki insanların avukatlarının Amerikan mahkemelerine başvurarak varlıklarını ispatlamalarına olanak sağlamıştır. Trump yönetimi ise, mevcut durumu olağanüstü haller (işgal, iç savaş) gibi göstererek ilkeyi yeniden askıya almaya çalışmaktadır.

Amerika'daki Hukuk Tartışmaları ve Türkiye'deki Durum Karşılaştırması

Kaynakta, Amerika'da Habeas Corpus ve hukuki ilkeler üzerine yapılan bu derin tartışmaların, Türkiye'deki mevcut durumla karşılaştırıldığında üzücü bir tezat oluşturduğu vurgulanıyor. Amerika'da bu tür konuların hukukçular ve akademisyenlerle hangi boyutlarda tartışıldığını radyodan (NPR - National Public Radio, All Things Considered programı) dinleyen konuşmacı, adeta "uzayda yaşamak gibi" hissettiğini belirtiyor.

Türkiye'de ise keyfi gözaltılar, tutuklamalar gözler önünde olup bitiyor. Anayasayı tanımayan birileriyle nasıl anayasa yapılacağı sorusu soruluyor, var olan statükonun değiştirilmesi tartışılıyor. Türkiye'de insanlar herhangi bir gerekçeyle, hatta şikayet olmaksızın FBI veya yerel polis tarafından herhangi bir saatte keyfi olarak gözaltına alınabiliyor, günlerce gözaltında tutuluyor, tehdit ediliyor, hatta komplo kuruluyor. Bunun için kamu algısını yönetmek amacıyla sosyal medyada aslanlar gibi, örgütlü ve illegal bir şekilde manipülasyon yapılıyor.

Habeas Corpus gibi temel bir hakkın (avukat hakkı, anında itiraz edip yasal olarak neden gözaltına alındığını mahkemede sorgulama hakkı) Amerika'da askıya alınmasının bile tartışıldığı bir ortam varken, Türkiye'de anayasa dediğin şeyin tamamının ilga edildiği, ortadan kaldırıldığı bir memlekette yaşandığı, adeta bir hal içinde olunduğu belirtiliyor. Dünya otokratik rejimlere (Kuzey Kore, Rusya, Çin) doğru evrilirken, Amerika'daki bu tartışmaları izlemek ise konuşmacıya adeta bir "sop opera" veya dizi izler gibi geldiğini ifade ediyor.

Diğer Güncel Gelişmeler: Suriye ve DEM Parti'nin Tavrı

Yayında ele alınan diğer önemli konular arasında, Suriye'deki gelişmeler ve DEM Parti'nin güncel bir siyasi tavrı da yer alıyor.

Suriye bağlamında, Ahmet Elşara'nın apar topar İstanbul'a gelerek Erdoğan, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve MİT Başkanı İbrahim Kalın ile görüşmesi dikkat çekici bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Görüşmenin anlamının doğrudan YPG ile ilgili olduğu belirtiliyor. YPG'nin silah bırakmasına, sınır kapılarını, petrol sahalarını ve kritik stratejik yerleri Suriye ordusuna teslim etmesine sadece birkaç gün kalmışken, sahada buna dair hiçbir işaretin olmadığı, aksine yığınak yapıldığı ifade ediliyor. Amerikan Dışişleri Bakanı Mark Rubio'nun "haftalar içinde Suriye'de çok büyük bir iç savaş başlayabilir" ifadesiyle durumun ciddiyeti vurgulanıyor. Elşara'nın bu acil ziyareti, ciddi bir sorunu çözme çabası olarak yorumlanıyor.

DEM Partisi'nin tavrıyla ilgili olarak ise, Sosyalist Enternasyonal toplantısında CHP'nin ev sahipliğinde diğer katılımcıların aksine, Tülay Hatimoğulları ve Sezai Temelli'nin "Free İmamoğlu" pankartını kaldırmaması tartışması ele alınıyor. Partinin tamamının pankartı kaldırdığı iddia edilse de, bu konuda bir ikircikli tavır olduğu tespiti yapılıyor. Özellikle, Esenyurt Belediye Başkanı tutuklandığında İmamoğlu'nun Silivri'ye gidip ziyaret etmesine karşın, bilindiği kadarıyla hiçbir DEM partilinin İmamoğlu'nu Silivri'de ziyaret etmemiş olması bu ikircikliliğe örnek gösteriliyor. Hukukun olmadığı yerde barış inşa etmenin imkansız olduğu, hukukun üstünlüğü kavgasının verilmesi gerektiği belirtiliyor. Hukuktan anlamayan, tamamen siyasi hesap yapan bir "çete" karşısında bu ikircikli tavrın faydası olmadığı ve barış sürecinin demokratik adımlar olmadan gerçekçi görünmediği sonucuna varılıyor.

Sonuç olarak, Amerika'da bireysel hakların teminatı olan Habeas Corpus'un geleceğinin tartışıldığı bir dönemde, bu tartışmanın bile yapılamadığı, temel hukuki ilkelerin hiçe sayıldığı Türkiye'deki durumun çarpıcı bir karşılaştırma sunduğu yayında vurgulanan ana temalardan biri oluyor. Dünyadaki hukuki ve siyasi gelişmelerin izlenmesi, yaşanan tezatların anlaşılması açısından önem taşıyor.