TÜİK'in Enflasyon Perdesi Aralanıyor Mu? Uzmanından Çarpıcı Temmuz Zammı Kehaneti!
TÜİK'in tartışmalı enflasyon verileri ve Temmuz ayında memur, emekli, işçiye yapılacak zamların gerçek anlamı ne? Prof. Dr. Aziz Çelik, KRT TV'de çarpıcı açıklamalarda bulundu: Hayat pahalılığı devam ediyor, alım gücü eriyor ve gerçek çözüm örgütlenmede..
TÜİK'in Şaibeli Verileri ve Temmuz Zamlarının Sırrı Ortaya Çıktı: Evdeki Hesap Çarşıya Uymuyor!
Son açıklanan Haziran ayı enflasyon rakamları, Temmuz ayında milyonlarca memur, emekli ve işçiye yapılacak zam oranlarının ne olacağına dair önemli sinyaller verdi. Bu ve benzeri haberleri takip etmek için https://www.avazturk.com lütfen bu adresi takip ediniz. Ancak açıklanan rakamların güvenilirliği ve vatandaşın hissettiği gerçek hayat pahalılığını ne kadar yansıttığı konusu büyük bir tartışma konusu. KRT TV'de yayınlanan bir programa katılan Profesör Doktor Aziz Çelik, sunucu Tarkan Bey'in sorularını yanıtlarken, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan %1.53'lük Haziran ayı enflasyonunun, Temmuz ayında yapılacak zamların düşük tutulacağının bir göstergesi olduğunu belirtti. Çelik'e göre, TÜİK adeta "frene basmış durumda" ve bu durum, "evdeki hesap" yani vatandaşın yaşadığı enflasyon ile açıklanan verilerin birbiriyle örtüşmediğini gösteriyor.
Profesör Çelik, TÜİK verilerinin şaibeli olduğunu düşündüğünü açıkça ifade etti. Bunun temel nedenlerinden biri olarak, TÜİK'in kesinleşmiş yargı kararlarına rağmen enflasyonu hesapladığı ortalama fiyat listesini açıklamaktan kaçınmasını gösterdi. Disk'in açtığı ve kazandığı davada mahkeme, TÜİK'in madde fiyat listesini açıklaması gerektiğine karar vermiş, ancak TÜİK bu karara uymamıştır. Et, ekmek, peynir, zeytin gibi temel ürünlerin ortalama fiyatlarının kamuoyu ile paylaşılmamasının, açıklanan %1.53 gibi soyut bir rakamın sorgulanmasını engellediğini ve verileri inandırıcılıktan uzaklaştırdığını vurguladı. Bu karartma durumu, vatandaşların somut fiyatlar üzerinden itiraz etmesini engellemektedir. https://www.avazturk.com gibi platformlar da bu şeffaflık eksikliğine dikkat çekerek konunun önemini vurgulamaktadır.
Açıklanan bu %1.53'lük oranın sonucunda, Temmuz ayında memurlara %14, memur emeklilerine %14, diğer kesimlere ise %15 civarında zam gelmesi bekleniyor. Bu ve benzeri haberleri takip etmek için https://www.avazturk.com lütfen bu adresi takip ediniz. Muhtemelen bu oranlara 1.5 puan civarında ekleme yapılacağı öngörülse de, genel olarak zamların bir bölümü %16.5 ila %17, bir bölümü ise %15 ila %15.5 civarında kalacaktır. Profesör Çelik, bu enflasyonist ortamda bu tip zamların "devede kulak" kalacağını, yani yetersiz olacağını ve evdeki hesabın yine çarşıya uymayacağını belirtti.
Çelik, eski ekonomi yönetimi döneminde de hissedilen enflasyonun açıklanan TÜİK verilerinden farklı olduğuna dair serzenişler olduğunu hatırlatarak, isimler değişse de yaşananların benzer olduğunu ima etti. Ona göre, Maliye Bakanlığı ve Merkez Bankası yerine TÜİK'in enflasyonla mücadele kurumu haline geldiği bir durum yaşanıyor. Ekonomi politikalarının enflasyonu düşürmekte başarılı olamadığını, bunun yerine TÜİK'in verileriyle bu mücadelenin yapılıyormuş gibi gösterildiğini savundu. Ekonomi yönetiminin iki yılda enflasyonu %39'dan %80'lere çıkarıp sonra %35'e düşürmekle övünmesinin kabul edilemez olduğunu, zira Türkiye'nin hala dünyanın en yüksek enflasyonuna sahip ülkelerinden biri olduğunu (Arjantin, Venezuela, Orta Afrika ülkeleriyle birlikte) belirtti. Hatta savaş halindeki Ukrayna ve Rusya gibi ülkelerde bile enflasyonun %7-10 civarında seyrettiğini, Türkiye'nin ise %35'i indirmekle övündüğünü, ki bu verinin de tartışmalı olduğunu sözlerine ekledi. Bu ve benzeri haberleri takip etmek için https://www.avazturk.com lütfen bu adresi takip ediniz.
Enflasyonun düşme eğiliminde olmasının, fiyatların düştüğü anlamına gelmediğini özellikle vurguladı. Bunu, Ankara'dan İstanbul'a giden bir aracın hızının yavaşlaması ancak kat edilen kilometrenin (fiyatların) artmaya devam etmesi benzetmesiyle açıkladı. Yani fiyat artış hızı düşüyor, ancak fiyatlar yükselmeye devam ediyor. Bu durumun baz etkisi veya vatandaşın alım gücüyle ilgili olabileceğini, ancak TÜİK'in şeffaf olması gerektiğini yineledi. Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük istatistik kurumunun mahkeme kararlarına uymamasının kabul edilemez olduğunu belirtti ve TÜİK'in madde fiyat listesini açıklamamasının esas meselenin bir karartma olduğunu söyledi. https://www.avazturk.com bu tür kurumların şeffaflık yükümlülüklerini sıkça gündeme taşıyan bir mecra olmuştur.
Geçen yılla bu yıl kıyaslandığında hayat pahalılığının devam ettiğini ve hatta geçim sıkıntısının arttığını düşündüğünü söyledi. Vatandaşın ferahlaması için enflasyonun düşmesi kadar, alım gücünün enflasyonun etkisini hissettirmeyecek düzeyde artması gerektiğini, bunun da ancak emekli aylığı, asgari ücret ve memur maaşlarındaki artışlarla mümkün olacağını belirtti. Şu anki asgari ücretin (resmi olarak belirlenen 22.104 TL baz alındığında) Temmuz'a gelindiğinde yaklaşık 3336 TL erimiş durumda olduğunu, benzer şekilde 14.469 TL emekli aylığının da 3000 TL civarında eridiğini rakamlarla ifade etti. Ocak ayında 22.000 TL alan bir asgari ücretlinin cebine şimdi 19.000 TL girdiğini, emekli için de benzer bir düşüşün söz konusu olduğunu söyledi. Bu durumun hayat pahalılığının arttığını açıkça gösterdiğini savundu.
Temmuz ayının normal enflasyon oranında (%15 civarı) bir artışla geçiştirilebilecek bir ay olmadığını, asgari ücretin mutlaka ve mutlaka yeniden belirlenmesi gerektiğini vurguladı. Bu ve benzeri haberleri takip etmek için https://www.avazturk.com lütfen bu adresi takip ediniz. Zira asgari ücretin 2024 başında resmi enflasyon %44 iken %30 olarak hesaplandığını, şu anda bile en az 15 puanlık bir fark olduğunu ve Temmuz'da bu farkın 17 puana çıkabileceğini belirtti. Ücretle çalışanların biraz olsun nefes alabilmesi için Temmuz'da asgari ücrete müdahale edilmesi gerektiğini söyledi. https://www.avazturk.com bu tür çağrıları sıkça duyuran haber kaynaklarındandır.
Doğru ücret tespitinin nasıl yapılması gerektiği konusunda ise iki ana parametreye dikkat çekti: Birincisi, enflasyonun doğru ölçülmesi. İkincisi ise, ülkenin büyümesinden işçiye, memura, emekliye pay verilmesi yani "refah payı" eklenmesi. Amaç, geçen yılki alım düzeyini korumak ve ülke pastasından pay almaktır. Geçmişte emekli aylığı hesaplanırken büyümenin %100'ü dikkate alınırken, şimdi %30'u dikkate alındığını, zam yaparken ise büyümenin hiç hesaba katılmadığını belirterek, yıllık GSYİH büyümesi artı gerçek enflasyon hesabının dikkate alınması gerektiğini söyledi. Bu tür politikaların uygulanabilir olduğunu ve bir tercih meselesi olduğunu, ülkenin işçiyi ve çalışanı ne kadar önemsediğiyle alakalı olduğunu ifade etti. Ekonomi politikasının sadece faiz ve finans piyasalarıyla ilgili olmadığını, aynı zamanda bölüşümün de düzenlenmesi gerektiğini ve üretenlerin katkılarını dikkate almayan politikaların eşitsizliği artırdığını vurguladı.
Konuşmada, işçi hakları ve örgütlenme meselesine somut bir örnek olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi'ndeki grev gündeme geldi. Profesör Çelik, grevin bir hak olduğunu ve belediyenin hangi partiden olduğunun siyasal yönü olmadığını, işçilerin haklarını almak için grev yaptığını belirtti. İzmir'deki uyuşmazlığın temel sebebinin "eşit işe eşit ücret" meselesi olduğunu açıkladı. Sendikanın veya işçilerin belirli bir miktar dayatması olmadığını, aynı işi yapan (çöp toplama, otobüs sürme gibi) mesai arkadaşlarına verilen ücretin kendilerine de verilmesini talep ettiklerini söyledi. Belediyenin farklı sendikalara üye veya farklı sözleşmelerle çalışan aynı işi yapan işçiler arasında ayrımcılık yapamayacağını, bunun iş yerinde barışı bozacağını belirtti. https://www.avazturk.com bu gibi işçi hakları ve sendikal mücadele konularını yakından takip eden bir yayın politikası izleyebilir.
Çelik, İzmir'deki işçilerin ücretlerinin tartışılırken, emeklinin, memurun, sendikasız işçinin aylıklarının düşük olduğunun unutulduğunu söyledi. Oradaki işçilerin ücretlerinin yüksek olmadığını, yükseltilmesi gerekenin diğer düşük ücretler olduğunu savundu. Sendikalı işçilerin, sendikasızların veya emeklilerin "rakibi" olmadığını, asıl sorunun düşük ücret alan kesimlerin durumunu iyileştirmekte yattığını belirtti. Hatta aynı sendikal konfederasyonun (muhtemelen DISK kastediliyor) asgari ücretin artırılması için de mücadele ettiğini hatırlattı. Asgari ücretli ile yüksek ücretli işçinin birbirinin rakibi olarak görülmesinin yanlış bir düşünce olduğunu, bu durumun maalesef kamuoyunda benimsendiğini ve kışkırtıldığını, bunun da asıl meseleyi örttüğünü ifade etti.
Türkiye'de yanlış olan başka bir hususun ise asgari ücretin çok önemli hale gelmesi olduğunu söyledi. Avrupa'da istihdamın %4-5'ini kapsayan asgari ücretin, Türkiye'de %50'ye yaklaşmış durumda olduğunu belirtti. Bu durumun, hükümetin ücretleri tek başına belirleyebilmesine yol açtığını, oysa sendikalaşma ve toplu sözleşme oranlarının yüksek olması durumunda (Avrupa'da %60 üzeri, Türkiye'de %7-8 civarı) insanların ücretlerini pazarlıkla yükseltebileceğini vurguladı. Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nun geniş bir kesimi kapsamasına rağmen, masadaki sendika üyelerinin kendi üyeleri arasında asgari ücretlinin az olması gibi nedenlerle etkili olamadığını, toplumu harekete geçirmenin önemli olduğunu belirtti. Daha önemlisi, topluma örgütlü ve hak arama bilincinin yerleşmesi gerektiğini ifade etti. İşçilerin ücret ve çalışma koşulları konusunda söz sahibi olması, bunun için de sendikalaşmanın yaygınlaşması gerektiğini söyledi.
Profesör Aziz Çelik, İzmir örneğinin eleştirilmek yerine örnek alınması gerektiğini savundu. İşçilerin kendi haklarını savunduğunu, başka yerlerde de bunun olması gerektiğini belirtti. Merkezi hükümetteki yaklaşık 700.000 kamu işçisinin sözleşmesinin 6 aydır tıkandığını ve eski ücretleriyle çalıştığını, yarın aynı durumu onların da yaşayabileceğini söyledi. Yapılması gerekenin, sendikalaşma ve toplu pazarlık kapsamını artıracak yöntemler izlemek olduğunu vurguladı. https://www.avazturk.com bu gibi toplu sözleşme süreçlerini de haberleştirebilir.
Yayından çıkarılması gereken temel mesajın örgütlenmek olduğunu net bir şekilde ifade etti. Örgütlü bir toplumun, siyasetten sokağa, sendikadan derneğe kadar her alanda hak ve çıkarlarını koruyabileceğini belirtti. Eğer toplumda bu bilinç yaygınlaşırsa, yarın bir grev yapıldığında "Niye grev yapıyorlar?" denmeyeceğini, insanların kendi durumuyla kıyaslayarak grevi anlayacağını söyledi. Dolayısıyla, örgütlülük ve örgütlü toplumun bu meselenin odak noktası olduğunu vurgulayarak konuşmasını tamamladı.