Türkiye'de "Normalleşme" Tartışmaları Derinleşiyor

Türkiye'de "Normalleşme" Tartışmaları Derinleşiyor

Mahir Polat'ın ev hapsi, gazetecilerin gözaltıları ve hasta mahpusların durumu Türkiye'de adalet sistemini tartışmaya açtı. Siyaset arenasında "cunta" ve "kirli servet" iddiaları yükselirken, kamuoyunda "normalleşmeme" çağrısı yankılanıyor.

Türkiye'de adalet sistemine ve siyasi atmosfere dair endişe verici gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. Son dönemde öne çıkan bazı olaylar, kamuoyunda yargı kararlarının siyasiliği, mahpusların durumu ve toplumsal hayatın farklı alanlarındaki "normalleşme" adı altındaki kabullenişleri tartışmaya açtı. Gazetecilerin sabah ev baskınlarıyla gözaltına alınması, ev hapsi kararlarının sevinçle karşılanması ve ağır hasta mahpusların durumunun görmezden gelinmesi, ülkenin mevcut portresini net bir şekilde ortaya koyuyor.

Mahir Polat Örneği ve Ev Hapsi Tartışması

Son günlerin dikkat çeken gelişmelerinden biri, İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanı Mahir Polat'ın tahliye edilmesi yerine hakkında ev hapsi kararı verilmesi oldu. Yoksul bir ailenin, kentin varoşunda büyümüş, Anadolu çocuğu olduğunu belirten Polat'ın çıkışta yaptığı "Biz bu ülkeye güzel şeyler kazandırmaya çalışan bu ülkenin gariban çocuklarıyız" açıklaması, benzer yollardan geçmiş pek çok kişi için duygusal bir etki yarattı.

Ev hapsi, cezaevindeki hal gibi olmasa da kişinin belirlenen adres dışına çıkmasını engelleyen, ayağında elektronik pranga ile takip edildiği bir durum. Ev içinde normal hayata devam edebilme, insanlarla görüşebilme gibi yönleriyle cezaevinden farklılaşsa da, bu durumun "normalleşmemesi" gerektiği yönünde güçlü bir vurgu yapılıyor. Mahir Polat hakkında ev hapsi kararı üzerine mahallenin "havalara uçması"nın bu durumu kanıksama tehlikesine işaret ettiği belirtiliyor.

Daha önce benzer durumda olan gazeteci İsmail Saymaz'ın ev hapsiyle tahliye edilmesine rağmen kaç haftadır "suspus" olması, tek kelime etmemesi veya yayın yapmaması da bu "normalleşme" ya da "kabulleniş" eleştirileriyle ilişkilendiriliyor. Özlem Gürses gibi ev hapsindeyken dahi canlı yayın yapan meslektaşları varken, Saymaz'ın sessizliği şaşkınlık yaratıyor. Bu durumun içeride yapılmış bir anlaşma ya da "tek kelime etmeyeceksin" gibi bir pazarlığın sonucu olabileceği yönünde spekülasyonlar dile getiriliyor.

Mahir Polat'ın ev hapsi kararının, avukatının sağlık durumunu gerekçe göstererek yaptığı itiraz üzerine Sulh Ceza Hakimliği tarafından verildiği bilgisi, kararın siyasi olduğu yönündeki iddiaları güçlendiriyor. Adli Tıp Kurumu'ndan beklenen raporun henüz savcılığa ulaşmamış olması bu detayın altını çiziyor. Sulh Ceza Hakimlikleri'nin 2014'ten bu yana yaptıkları "kötülükler" ve bu hakimliklerin bir "aparat" olarak işlev gördüğü yönündeki eleştiriler de kaynaklarda yer buluyor.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ın ev hapsi kararını "doğru yönde atılmış bir adım" olarak değerlendirmesi ise "Yapmayın etmeyin" tepkisiyle karşılandı. Bu tür açıklamaların ev hapsini normalleştirdiği, milyonlarca insan hakkında soruşturma, fişleme olduğu ve beraat etseler dahi hayat boyu hem kendilerinin hem de yakınlarının kamuda iş bulma gibi konularda etkilendiği bir ülkede bu durumun sevinçle paylaşılmaması gerektiği vurgulanıyor.

Hasta ve Yaşlı Mahpusların Dramı

Mahir Polat örneği, cezaevindeki hasta ve yaşlı mahpusların durumunu da yeniden gündeme getirdi. Sosyal ağlar üzerinden yıllardır sürdürülen mücadeleler, bu kişilerin yaşadığı dramı gözler önüne seriyor.

Öne çıkan üç örnek, durumun vahametini gösteriyor:

  • Özgü Özbek: Beynindeki tümör nedeniyle açık beyin ameliyatı geçirmesinin hemen ardından tutuklanarak cezaevine konuldu. Beyninde ondan fazla tümör olduğu, sol kulağında işitme kaybı bulunduğu belirtiliyor. Hastane raporu cezaevinde kalmasının uygun olmadığını belirtse de, Adli Tıp'ın aksini savunması dikkat çekici. Cezaevinde sağlıklı bir tedavi sürecinin gelişmediği ve hayati riskinin devam ettiği yönündeki paylaşımlar "Daha fazla eziyet ettirmeyin hasta tutsaklara" çağrısıyla yapılıyor.
  • Hatice Yıldız: 75 yaşında. Cezaevindeki kızı ve koğuş arkadaşlarına para gönderdiği gerekçesiyle "Örgüte finansman sağlamak" suçundan 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı. Demans, yüksek tansiyon, bel fıtığı, omurga eğriliği, kemik erimesi, mide rahatsızlığı, görme bozukluğu gibi çok sayıda sağlık sorununa rağmen 22 Mart 2024'te sedye ile evinden alınarak cezaevine gönderildi. Bu durum, cezaevindeki kişilere veya tutuklu yakınlarına yardım eden insanların cezalandırıldığı yönündeki eleştirileri beraberinde getiriyor.
  • Melek İpek: 78 yaşında. Kasım 2024'te tutuklandı. Astım, bel fıtığı, fibromiyalji, yüksek tansiyon gibi ciddi sağlık sorunları bulunuyor ve ziyaretçilerini tekerlekli iskemlede karşılıyor. Ailesinin "paramparça olduğu, malımız mülkümüz yağmalandı" diyerek durumunu anlattığı aktarılıyor.

Bu üç ismin sadece "en muzdarip durumda olan" ve "sesini duyurmaya çalışan" yüzlerce örnekten sadece birkaçı olduğu vurgulanıyor. Duyuramayanların da olduğu ifade ediliyor.

Gazetecilere Yönelik Yeni Gözaltılar

Son olarak gazeteciler Timur Soykan ve Murat Ağırel'in sabah evlerinde gözaltına alınması medya özgürlüğü üzerindeki baskıyı bir kez daha gözler önüne serdi. İddiaya göre, Flash TV'nin el değiştirme sürecinde yeni sahiplerine yönelik tehdit ve şantaj suçlamasıyla bu gözaltılar yapıldı. Şikayetçi tarafın Flash TV'nin sahibi Erkan Kork ve bazı şirket yöneticileri olduğu belirtiliyor.

Erkan Kork, Soykan ve Ağırel'in kendisiyle görüştükten sonra şirketi hakkında yasadışı bahis içerikli haberler ve sosyal medya paylaşımları yaptığını, bunların kanalın kendisi tarafından devralmasını engellemeye yönelik olduğunu ve bu süreçte tehdit ve şantaj uygulandığını iddia ediyor. Ancak kaynakta, hakkında ağır çete suçlaması olan içerideki bir insanın iddiasıyla, göz önünde olan, kaçma şüphesi bulunmayan, daha evvel defalarca alınıp bırakılmış ve cezaevi tecrübesi olan gazetecilerin sabah baskınıyla gözaltına alınması eleştiriliyor. İfadeye başvurulacaksa "çağırırsınız, bir çay kahve ikram edersiniz, onlar da kendilerini anlatır" denerek normal prosedürün dışına çıkıldığı belirtiliyor. Murat Ağırel'in dokuz polis tarafından götürüldüğü görüntülere değiniliyor.

Timur Soykan'ın gözaltından BirGün gazetesine yolladığı mesajda "Patronumuz yok ama sahipsiz değiliz. İyi ki BirGün var" ve "Hakikat mücadelesinde omuz omuzayız. Yoldaşlara çok selam" ifadeleri yer alıyor. Bu durumun da tıpkı ev hapsi gibi bir "normalleşme" işareti olabileceği endişesi dile getiriliyor.

Siyasi Gerilim ve "Cunta" Söylemi

Siyasi arenada da tansiyon yüksek. CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in "cunta" söylemini sürdürmesi ve Erdoğan'ı hedef alan sert ifadeler kullanması dikkat çekiyor. Özel, Erdoğan'ın Gazze konusunda Trump konuşunca "kedi gibi" sustuğunu, "Ey Trump" diyemediğini iddia ediyor. Bu durumun nedeninin, Trump'ın Erdoğan'ı mal varlığını açıklamakla tehdit etmesi, Putin'in de kaçak petrol ticaretini açıklamakla tehdit etmesi olduğu öne sürülüyor. Bu bağlamda, Erdoğan'ın ABD ve Rusya yönetimleri tarafından "kucağa oturtulduğu", "kirli serveti"nin ve birtakım açıklarının bilindiği, bunun bir ulusal güvenlik sorunu olduğu iddia ediliyor. Financial Times, Washington Post gibi Batılı basın kuruluşlarında çıkan, Sudan'a gönderilen dronelar, Akkuyu nükleer santralindeki kara para aklama gibi konuların bu "yakayı kaptırma" durumuna örnek teşkil ettiği belirtiliyor. Bu bilgilerin aslında CHP genel merkezi tarafından bilindiği ve şimdi dile getiriliyor olması, muhalefetin Erdoğan'ın "kırmızı çizgileri"ne girmeye başladığı, bunun önemli ve umarım geri dönüşü olmayan bir yol olduğu yorumunu beraberinde getiriyor.

Bu siyasi zeminde, kurumların işleyişindeki değişimler de eleştiriliyor. Cumhurbaşkanının imzasıyla 13 üniversiteye rektör atanması buna örnek gösteriliyor. 15 Temmuz sonrası kanunlaşan bu yetkinin, eskiden üniversitelerin kendi içlerinde seçim yapıp cumhurbaşkanının ilk üçten birini atadığı görece daha demokratik sürecin ortadan kalktığını ve rejimin "askerleri" olarak nitelendirilen kişilerin atanmasına yol açtığı belirtiliyor.

Geçmişle kıyaslamalar da yapılıyor. Mümtazer Türkönü'nün "Geçiş süreci tatlı mı olacak kanlı mı olacak" sorusu üzerinden 90'lardaki Refah Partisi dönemiyle bugünkü durum kıyaslanıyor. Kaynakta, o dönemin iktidarlarının bile bugünkü kadar "suça batmış, çeteleşmiş, mafyalaşmış" olmadığı, hukukun ve demokrasinin bugünkü gibi tamamen rafa kaldırılmadığı vurgulanıyor. Bugünkü iktidarın "boğazlarına kadar battığı" ve "Amerika'nın Rusya'nın elinde oynanacak durumda" olduğu, kirli çamaşırlarının bilindiği için şantaja açık hale geldiği iddia ediliyor.

Değerlerin Erozyonu ve "Normalleşmeme" Çağrısı

Tüm bu yaşananlar, daha geniş bir çerçevede "normalleşme" adı altında temel insani ve toplumsal değerlerin aşındığı bir sürece işaret ediyor. Havaalanından alınma, ev baskını, ev hapsiyle tahliye olunca sevinme gibi durumların kanıksanması eleştiriliyor. Selahattin Demirtaş gibi isimlerin yıllardır tutuklu olmasının bu "normalleşme"nin bir sonucu olabileceği uyarısı yapılıyor.

Sadece ulusal düzeyde değil, uluslararası alanda da benzer bir değer erozyonuna dikkat çekiliyor. ABD Başkanı Trump'ın gümrük vergileri konusundaki öngörülemez ve çelişkili adımları buna örnek gösteriliyor. Evren Balta gibi bazı yorumcuların bu adımları rasyonel ekonomi politikası yerine stratejik siyasi araç olarak görmesine karşın, kaynakta bu durumun temel insani değerleri (söz tutma, dürüstlük, tutarlılık) altüst ettiği ve devlet ciddiyetini zedelediği vurgulanıyor. "Sabah başka akşam başka konuşan" bir liderliğin güveni sarstığı belirtiliyor.

Bu durumun, "büyük yalanlar", duygulara hitap etme, çelişkiden kaçınma, düşmanı şeytanlaştırma, korku kullanma gibi propaganda teknikleriyle ilişkili olduğu öne sürülüyor.

Tüm bu gelişmelerin ortasında, "normalleşmeme" çağrısı yapılıyor. Ev hapsinin, gazetecilerin gözaltına alınmasının, hasta mahpusların durumunun ve değerlerin aşındığı bu sürecin normal kabul edilmemesi gerektiği, "insanlık tarihi kadar eski kadim değerler altüst" olurken "hep beraber sesimizi yükseltme zamanı" olduğu belirtiliyor.

Makalede öne çıkan bir diğer nokta ise Mahir Polat'ın bir kamu görevlisi olarak sergilediği tavır. Sirkeci'deki tarihi Vlora Han'ın durumuyla ilgili bir vatandaşın sosyal medya üzerinden kendisine ulaşması üzerine, Polat'ın binanın özel mülkiyette olduğunu, restorasyon yetkilerinin olmadığını ancak mülk sahibiyle görüşmeye çalıştıklarını, anlaşamayınca da denetim yetkilerini kullanarak yapının ihtiyaçları konusunda yazılar yazdıklarını, bu yazıları savcılığa ve Kültür Bakanlığı'na ilettiklerini, tabelaları söktürdüklerini kibar ve detaylı bir dille açıklaması takdirle karşılanıyor. Bu örnek, kamu görevinde ihtiyaç duyulan insan profiline ve "bambaşka bir kamu kültürü"nün mümkün olabileceği potansiyeline işaret ediyor. Vatandaşla kamu görevlisi arasındaki bu sade ve saygılı yazışmanın "olağanüstü algılanıyor" olmasının bugünkü durumun bir göstergesi olduğu belirtilerek, "enseyi karartmama" ve bu potansiyelin hala var olduğuna vurgu yapılıyor.

Sonuç olarak, Türkiye'de yargı, siyaset ve toplumsal yaşamın farklı alanlarında yaşanan gelişmeler, bir yandan endişe verici bir "normalleşme" sürecine işaret ederken, diğer yandan bu duruma direnen seslerin ve "normalleşmeme" çağrılarının yükseldiği bir tablo sunuyor.