Türkiye'yi yöneten görünmez eller mi var?

Türkiye'yi yöneten görünmez eller mi var?

Türkiye'nin kadim devlet geleneğinde, tahtta oturan ancak gerçekte iktidarın asıl sahibi olmayan bir figürün ardındaki gizemli ağ ortaya çıkıyor. Kararların nasıl alındığı, kimlerin gerçek güç odağı olduğu ve görünen iktidarın nasıl bir gölgeye dönüştüğü

Türkiye'nin siyaset sahnesinde uzun süredir hissedilen, ancak adı konulamayan bir belirsizlik bulutu, bugün elimize ulaşan şok edici bilgilerle dağılmaya başlıyor. Görünenin ardındaki gerçeği arayan cesur gazetecilik anlayışıyla, bu derinlemesine araştırma, iktidar mekanizmalarının ve görünmez ellerin nasıl çalıştığına dair akıllara durgunluk veren bir tablo sunuyor. www.avazturk.com olarak, bu karmaşık yapıyı tüm detaylarıyla deşifre etme sorumluluğunu üstleniyor ve hikayenin her bir katmanını sabırla açığa çıkaracağımızı belirtmek isteriz. Karşımızda duran bu dramatik öykü, adeta bir strateji pusulasını işaret ediyor: "Herkes aynı yöne bakıyorsa, bu durum, tam ters yönde başka işler çevrildiğinin karinesidir…". Yani, ana anlatının tam tersinin, bazen gerçeğe daha yakın olabileceği gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Bu haber makalesinin ilerleyen bölümlerinde, bu iddiaların ne denli çarpıcı olduğunu ve bizleri nasıl bir gerçeğe sürüklediğini adım adım gözlemleyeceksiniz.

Bu sarsıcı öykü, "Devlet-i Mevcude" adıyla anılan kadim bir devletin başkentinde, kulesi göğe değen simsiyah mermerden bir sarayın en yüksek katında başlıyor. Sarayın tam kalbinde, geniş bir taht odası ve bu odanın tam ortasında, kırmızı kadifeye sarılı, altın yaldızlarla bezeli ihtişamlı bir koltuk bulunuyor. Bu koltuğun üzerinde ise, halkın her şeyi bildiğine inandığı, Vezirlerin dahi talimatı olmadan eşleriyle bile yatmadıklarını söylediği kişi oturuyor: "Sultan-ı Evvel". Onun adı anıldığında, kararların onun adına alındığına, kaderlerin onun eliyle yazıldığına dair sarsılmaz bir inanç hâkimdi. Ancak derinlemesine yapılan araştırmalar, bu ihtişamlı tablonun ardında çok daha karmaşık ve akıl almaz bir gerçeğin yattığını ortaya koyuyor.

Peki, gerçekten de "Sultan-ı Evvel" her şeyin hakimi miydi? Elde edilen bilgiler, ne yazık ki bu yaygın inancı kökünden sarsıyor. Kadılar her kararı onun adına veriyor gibi görünse de, gerçekte "Sultan-ı Evvel", o koltuğa ne bir karar ne de bir kader koyabiliyordu artık. Saray kalabalıklarla dolup taşsa da, düşünen ve karar veren mekanizma yalnızdı, adeta bir gölge gibi. Bir gece, "Sultan-ı Evvel" odasında yalnız kaldığında, sarayın en kadim aynasına bakmış ve aynada gördüğü kişiye sormuştu: "Ben oyun kuran mıyım, yoksa adına oyun kurulan mı?". İşte o gün, tüm yargı kararlarının kendi talimatıyla verilmiş gibi görünmesine rağmen, kararların içeriğinin çoğu zaman kendi plânlarına zarar verdiğini acı bir şekilde fark etmişti.

Bu durumun ardındaki mekanizma ise daha da dehşet vericiydi. Sarayın içindeki bazı danışmanlar, "Sultan-ı Evvel"i yumuşak konuşmalarla halkla barıştırıyor; hemen ardından ise Kadılar, başka bir hamleyle onu halktan koparıyordu. Yani, taht vardı, ancak karar ve irade onun değildi. Mühür elindeydi, ancak imza hep başka bir eldeydi. Tüm bunlar, bir kukla gibi hareket eden, ancak her şeyin kendi iradesiyle gerçekleştiği illüzyonunu ustaca sürdüren bir figürün hikayesiydi. Gerçek iktidarın nerede olduğu sorusu ise, derinleşen araştırmalarımızla daha da belirginleşti.

Zira sarayın altında, kimsenin bilmediği gizli bir geçit vardı. Bu geçit, "Kadılar Divanı"na çıkıyordu. Orada, siyah cüppeli insanlar kararlar alıyordu, ancak bu kararları kimin adına, neye göre aldıkları ise tam bir muammaydı. Bir gün, "Sultan-ı Evvel" gizlice bu divana indiğinde, bir kürsüde yazılı bir söz gördü: "Görünen gücü konuştur, görünmeyenle hükmet…". İşte o an, bu büyük sır perdesi onun için aralanmıştı. Sarayda herkes ona bakıyor, ancak kimse onu dinlemiyordu. O konuşuyordu, ancak sözün ve hükümlerin sahibi başkasıydı. Bu akıl almaz gerçek karşısında "Sultan-ı Evvel"in, sistemin nasıl işlediğini anlamak adına attığı adım ise, tarihe geçecek bir deneye dönüştü.

"Sultan-ı Evvel" bir gün danışmanlarına şöyle dedi: "Bu sarayda her taş benim adıma oynanıyor, ama taşlar benim değil… Ben susayım, bakalım ne değişiyor…". Haftalarca konuşmadı. Büyük bir sessizliğe büründü. Peki, bu sessizlik neyi değiştirdi? Hiçbir şeyi… Kadılar yine kararlar verdi. Vezirler yine beyanatlar dağıttı. Mevkuteler (dönemin gazeteleri) onun söylemediği sözleri manşet yaptı yine. Ve halk, "Sustuğunda bile ülkeyi Sultan-ı Evvel yönetiyor…" dedi. Bu, gücün nasıl algılandığı ve gerçek gücün nasıl gizlendiği konusunda dehşet verici bir örnekti. O ise tahtın ucunda içinden fısıldadı: "Belki de susmak, gerçek gücün yalanını ifşa eder…". Ancak bu ifşa, onun için çok geç olmadan gerçekleşti.

Nitekim kısa bir süre sonra "Sultan-ı Evvel" düşürüldü. Çünkü o, kendisini güçlü olduğu için değil, başkalarının onun gücüne ihtiyaç duyması için tahtta tuttuklarının farkında değildi. Sarayın altındaki gizli geçitten götürülürken gözü, daha önce gördüğünde bir anlam veremediği o söze takıldı: "Görünen gücü konuştur, görünmeyenle hükmet…". İşte bu öyküde "Sultan-ı Evvel", herkesin bakmaya şartlandığı güç figürünün aslında bir gölgeye dönüşmesini temsil ediyor. Herkes "Sultan-ı Evvel"in Kadıları kullandığını konuşurken, birileri Kadıları kullanarak "Sultan-ı Evvel"i kontrollü bir alana sıkıştırıyordu. "Sultan-ı Evvel", kurduğu sistemin içinde oyunu kuran değil, oyunun figürü olmuştu sonunda. Ve herkes, onun yönettiğine inandığı müddetçe, asıl yönetenler görünmez kalmıştı. Gözlerini kapadı; çok zengin olmuştu ama bu geçitten götürülürken artık hiçbir şeyinin kalmadığına değil, kandırıldığına yanıyordu. Bu çarpıcı haber, görünürdeki iktidarın sadece bir yanılsama olabileceği gerçeğini www.avazturk.com aracılığıyla gözler önüne seriyor ve Türkiye'nin geleceği adına bu gizli mekanizmaların deşifre edilmesinin ne denli kritik olduğunu bir kez daha vurguluyor.