Yargı Gölgesinde Siyaset: Türkiye Seçim Öncesinde Nereye Gidiyor?
19 Mayıs'ın anlamı ile bugünkü gerçekler arasındaki gerilim. Kaynaklardan sızan bilgilerle yargının siyasetteki rolü, muhalif liderlere yönelik hamleler, Erdoğan'ın seçim stratejisi ve değişen medya portresi mercek altında.
Türkiye siyaseti, kritik seçimler öncesinde belirgin bir gerilim atmosferine sahne oluyor. Ülkenin kurtuluş mücadelesinin başladığı 19 Mayıs gibi anlamlı bir günde bile, siyasetin ve yargının gündemindeki gelişmeler kamuoyunun dikkatini çekiyor. Son dönemde yapılan analizler, yargının siyasi hedeflere ulaşmak için bir araç olarak kullanıldığına dair ciddi iddiaları gündeme taşıyor. Medyanın pozisyonu, muhalif figürlere yönelik hamleler ve iktidarın seçim stratejisi, kaynaklardan derlenen çarpıcı yorumlarla şekilleniyor.
Yargı, Siyasetin Tek Eli mi Oldu?
Kaynaklarda yer alan en çarpıcı tespitlerden biri, mevcut iktidarın elinde ülkeyi "şekillendirmekten başka hiçbir çaresinin kalmadığı" yönünde. Bu "şekillendirme"nin aracı olarak ise doğrudan yargı gösteriliyor.
İddialar oldukça sert: Hakim ve savcıların, henüz iddianamesi dahi hazırlanmamış olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu için "suç örgütü lideri" tabirini kullandığı belirtiliyor. Bu durum, "hükmün daha yargılama başlamadan verildiği" anlamına geliyor. Analizlere göre, Erdoğan iktidarı görevde kaldığı sürece Ekrem İmamoğlu'nun "dışarı çıkmasının imkansız" olacağı, ancak bir seçim kazanılıp "rejimi ve yargı sistemiyle kendi halkını tehdit eden, korkutan, hatta esir alan bu rejimi tamamen değiştirmeden" hiç kimsenin rahat etmeyeceği öne sürülüyor. Bu, "seçim kazanıp onları görevden uzaklaştırmadan" İmamoğlu'nun durumunun değişmeyeceği şeklinde yorumlanıyor.
Kaynak, yargı eliyle ülkeyi şekillendirme sürecinin seçim akşamına kadar devam edeceğini ve en büyük korkunun da "seçim akşamı onların topa girmesi" olduğu ifade ediliyor.
Muhalif Liderler Neden Yargı Hedefinde?
Bu "yargı eliyle şekillendirme" stratejisinin bir parçası olarak, iktidara potansiyel olarak oy kaybettirme ihtimali olan isimlerin yargı yoluyla "ayıklandığı" iddia ediliyor. CHP sözcüsünün de bu konuda benzer bir yorum yaptığı ve Tayyip Erdoğan'a rakip olabilecek İmamoğlu, Ümit Özdağ ve Selahattin Demirtaş'ın içeride olmasının bir "tesadüf olamayacağını" söylediği aktarılıyor.
Analize göre, Türkiye'nin görmesi gereken oyun tam olarak bu: Seçilme ihtimali yüksek olan kim olursa olsun, "yargı eliyle ayıklanacak, hücreye tıkılacak". Hatta Ekrem İmamoğlu'nun üniversite diploması üzerinden siyasi yasak ve hapisle karşı karşıya kalmasının "hiç kimsenin aklına gelmezdi" şeklinde beklenmedik bir hamle olduğu belirtiliyor.
Bu duruma karşı Türk seçmenine bir tavsiye de dile getiriliyor: "Normalleşme için alınacak tavır şu: Gel kardeşim kimi aday gösterirseniz gösterin gözüm kapalı oy vereceğim.". Bu tavrın, rejimin en güçlü adayları tek tek ayıklama oyununu gördüğü için alınması gerektiği savunuluyor.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin de muhtemelen benzer bir stratejiyle seçime gideceği öngörülüyor: "Ekrem İmamoğlu içeride olsa bile kim aday olursa olsun şöyle diyecek: Ekrem İmamoğlu'na oy vermek istiyorsanız bana oy vereceksiniz. Ben seçildiğim gibi onu dışarı çıkartacağım ve sizin bir sonraki cumhurbaşkanınız, parlamenter sisteme geçilirse başbakanınız Ekrem İmamoğlu olacak". Bu stratejinin, İmamoğlu'nu içeride tutmanın sadece kararsız %3-5'lik kesimi mobilize edeceği, ancak kalan seçmeni "tohum çıkartma ihtimalleri olan bir yere" doğru ittiği yorumu yapılıyor.
Özgür Özel'den "Akıl Alma" Tehdidi
CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in de 19 Mayıs'ta yaptığı konuşmada (kaynakta İzmir'deki büyük mitingden bahsediliyor) bu duruma ilişkin sert ifadeler kullandığı belirtiliyor. Özgür Özel'in, Erdoğan'ın seçim kazanırken "milli irade" dediğini hatırlattığı, şimdi ise "kaybedeceğini anladı, topu aldı götürüyor" şeklinde kinayeli bir yorum yaptığı aktarılıyor. Gençlere seslenerek "AKP'lilere gençlere topu liderinizden alın" çağrısı yapması, bunun kinayeli ama önemli bir örnek olduğu vurgulanıyor. Çünkü o top kesildiği zaman, "hiçbiriniz oynayamayacaksınız, sadece Bilal oynayacak" gibi dikkat çekici bir metafor kullanılıyor.
Özgür Özel'in asıl çıkışı ise şu sözleriyle geliyor: "Seçimle gelen seçimle gider. Aksini düşüneni, aklından geçirenin aklını alırız.". Bu ifadenin, Cumhurbaşkanına gönderilen bir "tehdit göndermesi" olduğu ve "sen beni yargıyla tehdit edersen, ben de seni halkla tehdit ederim, çoğunlukla tehdit ederim" anlamına geldiği yorumlanıyor.
Medya Çöktü mü?
Siyasetin yargı eliyle şekillendiği bu ortamda, medyanın durumu da analizlerin önemli bir parçasını oluşturuyor. Kaynakta, medyanın "döküldüğü", hatta %90'ına hükmedilse bile "boş beleş adamların çıktığı" ve "iletişim başkanlığı denetiminde hiçbir şey yapamayan" bir noktada olduğu iddia ediliyor. "Tüm yetisini kaybetmiş hormonlu gazetecilerin tel döküldüğü" bu medyanın artık "saray rejiminin makyajını sıvayamadığı" öne sürülüyor.
Bu süreçte, geleneksel medyanın pozisyonu tartışılırken, kamuoyunun bilgiye erişimi ve farklı bakış açılarını değerlendirmesi önem kazanıyor. Örneğin, avazturk.com gibi platformlar, bu karmaşık gündemde alternatif bir ses sunma potansiyeli taşıyor.
Bülent Arınç'tan "Utanç Verici" Yargı Yorumu
AK Parti'nin kurucu aktörlerinden ve Meclis Başkanlığı yapmış olan Bülent Arınç'ın Medyascope'a yaptığı açıklamalar da kaynakta yer buluyor. Arınç'ın, "öyle muğlak ifadelerle insanları tutukluyoruz ki yani utanç verici bir durumdayız" dediği aktarılıyor. "Hain, terörist, bilmem ne, işbirlikçi" gibi kelimelerin öyle çok kullanıldığı ki toplumsal karşılığının kalmadığı tespitini yapan Arınç, Erdoğan'ın "yargıya karışmaması gerektiğini, tarafsız kalması gerektiğini" ifade etmiş.
Kaynak, Arınç'ın bu sözlerinin önemine dikkat çekerek, Cumhurbaşkanının daha iddianamesi bile açıklanmamış bir durumda "turpun büyüğü gelecek, göreceksiniz" diyerek "yargıya direktif verdiğini açıktan söylediğini" iddia ediyor. Erdoğan'ın bunları "bile bile yaptığı" ve "toplumdaki korkuyu artırmak" amacını taşıdığı, bunun bir strateji eksikliği değil, aksine bir "güç oyunu" olduğu yorumu yapılıyor.
Bülent Arınç'ın bu tepkisinin, oğlunun AKP'de milletvekili olduğu gerçeğiyle okunması gerektiği, Erdoğan'ın "çok güçlü bir hatip olan Arınç'ın çok daha fazla konuşamaması için onu bir yerlerde tutması, frenlemesi" gerektiği şeklinde bir yorum da ekleniyor.
PKK Süreci ve Milliyetçi Cephe İddiaları
Gündemdeki bir diğer hassas konu ise terör örgütü PKK ile ilgili süreçler. Kaynakta, MHP'nin Meclisteki 16 partiye üyelerinin oy oranlarına göre dağıtılacağı 100 kişilik bir komisyon kurulmasını ve bu komisyonun "Öcalan sürecini takip etmesini" önerdiği belirtiliyor.
Bu önerinin arkasındaki stratejinin iki yönlü olduğu öne sürülüyor: Hem bu işin ileride doğurabileceği zararların risklerini muhalefetin de sırtına yıkmak, hem de "bu iş mecliste konuşulmuyor diyordunuz, hadi bakalım mecliste topa girin, hodri meydanıdır bu" diyerek muhalefeti bu konuda zorlamak. Erdoğan'ın bu konuya ne kadar "uzaktan baktığı" ve "üstüne bir strateji kurmadığı" da dikkat çekiyor.
Bu MHP önerisine gelen tepkilerden biri İYİ Parti'den. İYİ Parti'nin "Bahçeli'nin Türk milliyetçiliğini temsil etme hakkı yoktur" gibi "çok sert bir açıklama" yaptığı, bunun MHP'ye karşı yapılabilecek "en sert açıklama" ve "en büyük hakaret" olduğu belirtiliyor.
Bu tepkinin altındaki hedefin, İYİ Parti ve Zafer Partisi'nin "alternatif bir ülkücü yapılanma ya da bir adres oluşturacakları" ve seçimde "tepki ülkücü tepki oylarını alabilecekleri bir adres" yaratma çabası olduğu öne sürülüyor. İki partinin oy oranının %10'u bulabileceği ve buna eklenecek küçük partilerle birlikte (Büyük Birlik gibi) "çok güçlü bir milliyetçi fotoğraf, bir milliyetçi cephe fotoğrafı" verip, seçimlerde parlamento üzerinde etkin bir cephe oluşturabilecekleri iddiası dile getiriliyor.
Bu bağlamda, teröre kurban verilen 5 yaşındaki Eren'in annesi Ayşe Bülbül'ün durumu da kaynakta geçiyor. Ayşe Hanım'ın, "yeter ki yeni şehit anneleri olmasın diye, yeter ki bundan sonra kan dökülmesin diye", acısını içine gömüp "PKK'nın silah bırakması meselesine olumlu yaklaştığı" belirtiliyor. Yazar Ahmet Hakan'ın da konuyu köşesine taşıdığı, ancak şehit annesinin bu olumlu yaklaşımının gerçek bir şartı olduğunu (silah bırakmaları) görmezden geldiği ve "bu işin Erdoğan'a yarayacağı veya bildiride Lozan'a laf edilmesi gibi siyasi mülahazalarla bu iş olmasın diye mırın kırın ettiği" eleştirisi de analizde yer alıyor.
Seçim Akşamı Beklentisi
Tüm bu gelişmeler, Türkiye'nin "Erdoğan'ın sandıktan çıkamayacağı bir Türkiye" tablosuna hazırlandığı yorumunu güçlendiriyor. Herkesin nefesini tutmuş, "seçim akşamı ne olacak" sorusuna kilitlenmiş durumda olduğu belirtiliyor. Yargı eliyle şekillenen siyasetin ve muhalif kanattaki hareketliliğin, Türkiye'yi kritik bir seçime taşıdığı görülüyor.