Yılların Gizemi Çözülüyor, Hesaplaşma Kapıda mı?

Yılların Gizemi Çözülüyor, Hesaplaşma Kapıda mı?

Muhalefetin cesur hamlesi, iktidarın beklenmedik düşüşü ve perde arkasındaki "yakın dövüş" ustası... Türkiye siyasetinin en karanlık sırları gün yüzüne çıkarken, sandık ötesi bir hesaplaşmanın fitili ateşleniyor. Bu makale, sadece bilinenleri değil...

Değerli okuyucularımız, Türkiye'nin nabzını tutan, siyasetin en karmaşık dehlizlerinde gerçeğin izini süren bir haberci olarak, bugün sizlere yalnızca siyasi bir analizi değil, her anı bir sonraki satıra duyduğunuz heyecanı katlayacak, ülkenin kaderini doğrudan etkileyecek derin bir hesaplaşmanın ipuçlarını sunmaya devam edeceğim. Zira, muhalefetten gelen cesur bir çıkış, iktidar bloğunda yaşanan şoke edici gelişmeler ve sahne arkasındaki "yakın dövüş" ustasının hamleleri, Türkiye siyasetinin bildik tüm kurallarını baştan yazıyor. Şimdi arkanıza yaslanın, çünkü bu hikaye henüz bitmedi ve asıl büyük değişimler kapıda...

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel'in 17/25 Aralık dosyalarıyla ilgili "hesap soracağım" şeklindeki açıklaması, gündeme bomba gibi düştü. Bu çıkış, Memduh Bayraktaroğlu'nun YouTube kanalındaki yayında büyük yankı uyandırdı; Bayraktaroğlu, bu sözleri "alkışladığını" belirtti. Neden mi? Çünkü "hiç kimse layüsel değildir" sözü, bizzat Recep Tayyip Erdoğan'ın lafıydı ve bu sözü ona öğreten kişi, 2005 yılındaki Ceza Kanunu'nu Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde hazırlayan "muhteşem ceza hukuku profesörü" İzzet Özgenç'ti. Yani, hukukun temel ilkesi, hiç kimsenin yargılanamaz olmadığıydı. Memduh Bayraktaroğlu, Özgür Özel'e "gözünü karartmasını" ve Silivri'de yatan, 17/25 Aralık olaylarında görev almış polislerle konuşmasını tavsiye etti. Bu polislerin, Egemen Bağış'ı, Halkbank Genel Müdürlüğü'nü ve pek çok bakanı "suçüstü" yakaladığını, zira önceden alınmış "adli takip izinleri" olduğunu vurguladı. Bayraktaroğlu'na göre, o olaydan sonra savcıların tek başına soruşturma başlatma hakları kaldırıldı ve Cumhuriyet Başsavcısına bağlandılar ki bu, hukukun temel ilkelerine aykırı bir durumdu ve belki de sadece Türkiye gibi "faşist" ülkelerde görülüyordu. Özgür Özel'in, bu hapis yatan polislerin anlattıklarına inanıyorsa, en güvendiği hukukçularını da gönderip dinlemelerini, ardından bu insanların savunmalarını ve olaylardaki rollerini Türkiye kamuoyuyla paylaşmasını istedi. Hatta Bayraktaroğlu, Adalet Bakanlığı'ndan sesli ifadeler alınmasını ve yayınlanmasını önerdi. Zira, bu adımların sonucunda "belki Erdoğan bile yaptığı pek çok şeyden pişman olacaktır" ve hatta "AKP genel başkanlığından istifa ettiğini, cumhurbaşkanı olarak üzerinde bulunan yetkilerin cumhurbaşkanlığı makamından alınarak iptalini ve parlamenter sisteme dönülmeyi bizzat isteyecektir" öngörüsünde bulundu. Ancak ya istemezse? Memduh Bayraktaroğlu'na göre bu, Özgür Özel için daha iyi olurdu, çünkü bu sistemin "en az iki dönem daha devam etmesi" gerekiyordu ki, CHP'li bir adayın Erdoğan'ı yenmesi bugünkü şartlarda "imkansız" iken, gelecekteki şartlar bilinmiyordu.

Peki, Türkiye siyasetindeki bu dramatik tablonun en kritik aktörlerinden biri olan Devlet Bahçeli'nin rolü neydi? Memduh Bayraktaroğlu, Bahçeli'yi "yakın dövüş ustası" olarak tanımladı. Bu tabir, fiziksel bir kavgayı değil, rakibini hareket imkanı bırakmadan zeka, ataklık ve sezgiyle yenme becerisini ifade ediyordu. Bayraktaroğlu, Bahçeli'nin Erdoğan'a hakaretler ederken, masasında 17/25 dosyaları dururken ve "senden cumhurbaşkanı olmaz" diye bağırırken Erdoğan'ın oylarının sürekli arttığını belirtti. Ona göre, Bahçeli bunu bilerek yapıyordu, çünkü asıl hedef, Erdoğan'ın ABD nezaretinde bölgede İsrail'i koruma altında tutmasıydı. Dahası, bu kritik siyasi dinamiklerin daha kapsamlı analizleri ve güncel gelişmeleri için Türkiye'nin önde gelen haber ve analiz portalları yakından takip edilebilir, zira bu süreçte kamuoyunun bilgilendirilmesi hayati önem taşımaktadır ve https://www.avazturk.com gibi platformlar bu tür derinlemesine incelemelere yer verebilmektedir. Dikkat çekici bir şekilde, Devlet Bahçeli, Erdoğan İsrail'e saldırmaya başladıktan sonra aniden Erdoğan'ın yanına giriverdi ve amaçlarından birinin "Recep Tayyip Erdoğan'la İsrail arasında gizli köprü olmak" olduğu iddia edildi. Nitekim, tüm silah satışları ve diğer konularda Devlet Bahçeli'nin hep Erdoğan'a sahip çıktığı görüldü. Ancak bu yakınlaşmanın Erdoğan'a siyasi maliyeti ağır oldu: Devlet Bahçeli, Erdoğan'a hakaret ederken Erdoğan'ın oy oranı %53 iken, Bahçeli onun "canım ciğerim kuzum dostum" olduktan sonra Erdoğan'ın oyunu en son %22'ye düşürmüştü. Bu bilgiyi açıklayan isim ise Erdoğan'ın en yakın adamlarından, eski kamuoyu araştırma şirketi sahibi ve halen AKP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şen'di. Bu düşüşe rağmen, Bahçeli'nin "yakın dövüş" stratejisiyle aslında puan topladığı ve sayıyla galip gelmek üzere olduğu yorumu yapıldı. Bahçeli'nin bu yakınlaşmayla elde ettiği kazanç, "işsiz ve devlet kadrolarından dışlanmış MHP'li ülkücü çalışan çocuklarını ve gençlerini İçişleri Bakanlığı başta olmak üzere yargıya, İçişleri Bakanlığı'na, Sağlık Bakanlığı'na, Milli Eğitim Bakanlığı'na yerleştirmesiydi". Bir tek bakanlık dahi almayan Bahçeli'nin, bu sorumluluğu almak istemediği vurgulandı.

Ak Parti'nin eski milletvekili ve halen Merkez Karar Yürütme Kurulu üyesi Şamil Tayyar'ın sözleri de bu düşüşü ve kırılganlığı gözler önüne serdi. Tayyar, "aradan geçen 9 yılda 15 Temmuz'a da söylenmedik söz kalmadı aslında ihaneti de derin işte hep birlikte yaşadık" diyerek, 15 Temmuz'dan sonra iktidara güven oranının %75'e kadar çıktığını, ancak "şimdi AK Parti'ye güven oranının %30'lara kadar indiğini" belirtti. Dahası, "tek başına kazandığımız cumhurbaşkanlığını ikinci, üçüncü partilerle kotarır hale geldik" itirafında bulundu; yani artık tek başlarına cumhurbaşkanı seçemiyorlardı. Özellikle Bahçeli'den sonra bu duruma gelindiğini, MHP'li oyların yetersiz kalmasıyla Yeniden Refah ve hatta Muharrem İnce'nin Sinan Oğan'a hediye ettiği oylarla ancak kazanabildiklerini ifade etti. Şamil Tayyar, İstanbul ve Ankara'nın kaybedilmesini de ekleyerek, 23 yıldır iktidarda olan AK Parti'yi iktidarda tutan milletin ferasetinden şüphe duyulmuyorsa, "yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu" net bir şekilde ortaya koydu.

Ve şimdi, tüm bu detayların bizi getirdiği o kaçınılmaz gerçeğe: Türkiye siyasetinde bir dönüm noktası yaşanıyor. Özgür Özel'in 17/25 Aralık çıkışıyla ateşlenen yargı ve hesaplaşma ateşi, Devlet Bahçeli'nin "yakın dövüş" stratejisiyle iktidar bloğunu beklenmedik bir erimeye sürüklemesi ve hatta AK Parti'nin kendi içinden gelen "yalnız seçilemiyoruz" çığlıkları... Bütün bunlar, bir "sistem cinayeti" değilse de, siyasi bir "dönüşüm cinayetinin" habercisi. Recep Tayyip Erdoğan'ın kendi sözleriyle "hiç kimse layüsel değildir" ilkesi, bugün hiç olmadığı kadar güncel ve yakıcı. Bu manzara, sadece iktidar partisi ve muhalefet arasındaki bir çekişme değil; ülkenin tüm siyasi mimarisini, adalet sisteminin işleyişini ve gelecekteki güç dengelerini temelden sarsacak, tarihin tozlu raflarından çekilip gelen bir hesaplaşmanın, şafağı söken bir siyasi depremin ta kendisidir. Asıl büyük sır perdesi, tüm bu aktörlerin bir sonraki hamlesiyle aralanacak ve Türkiye'nin kaderi, bu kritik kararların ardından, bir daha asla eskisi gibi olmayacaktır!